|
Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu |
“Yazdığım
kitaplar kürd ulusunun kitaplarıdır”
Hasan Bildirici`ye göre yazarlar bir ulusun
kimliğinin oluşturmasında çok önemli bir yere sahiptirler. yazarlar kültür
karakterlerini oluştururlar:
-Tanıdığım yani 50 bin kürd şehidi varsa mutlaka 20 binini tanıyorumdur.
En azında 10 binin elini tutmuşum. Bazen kendi ellerime acıdığım oluyor. Çünkü
onlarla tokalaşdık dağlarda, işte İstanbul da, cezaevlerinde. Böyle bir dönemin
tanıklığını yapmak, içinde olmak, bunların cenazelerini kaldırmak, çünki büyük
bir kısmın cenazesini kaldırırken tabutlarından halen kan damlıyordu……
-Dilimin kürdçe olmaması çok erken yaşta kürd olan annemin kaybetmemden
kaynaklanıyor. Ondan ana dilimi alamadım. Babam tarafım türk ağırlıklıydı. 3
yaşında kaybetmiştim. Ben ilk kez kürdçe dilinin varlığını gittiğimi okulda
kürd çocukları kürdçe dilini konuşurken öğrenmiştim. “
-İlk kitabım 1989 yılında ben Ceyhan cezaevinde iken çıktı, „Yasak
Ülkenin Günlüğü“, bu kitap. Yazmaya başladığımda kendi yakınımızdaki
arkadaşlarımız çok hoş görmemişlerdi. Onu bir „siyasetten kaçış“
nitelendirenler vardı. Diyorlardi „bizim sorunlarımız acildir, siyasidir.
Hasan Bildirici 1960 yılında Kürdistanin en şirin ve güzel şehirlerinden birisi olan
Bitlise bağlı 20 bin nufuslu Ahlat kasabasında doğdu.
Reşad Ozkan*
(München) - Roman yazarı Hasan Bildirici 20 Aralık 2013
tarihinde Almanya`nın Münih şehrinde okurlarıyle buluştu. Münih`te Schwanthaler
caddesinde bulunan Eine-Welt-Haus
salonunu dolduran yüze yakın kişi, yazar Bildiriciyi sadece dinlemekle
kalmadılar aynı zamanda onun yayınlanmış eserleri hakkında ve roman yazarlığı
konusunda da görüş alışverişinde bulundular, görüşlerini açıkladılar ve yazara
doğrudan yapıcı eleştirilerde de bulundular.
|
Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu |
Toplantıda Türkiye ve Kürdistanda
ki son siyasi gelişmeler konusuna da değinen yazar Hasan Bildirici
romanlarındna kısa kısa parçalar da okudu. 1999 yılında belge yayınları
arasında yayınlanan romanı „Şervan
(kürdçesi: gerilla)“ adlı romanı ise ekmek ve su gibi okuyucuları tarafından
kapışıldı.
|
Yazar Hasan Bildirici Münih`te
okurlarıyle buluştu |
Okuyucularla
buluşma ve güncel sorunlar toplantısının açılışını
Münih`te yaşayan Dersimlı Kürd yazar Haydar Işık ve Mezopotamya Kültür Derneği
Başkanı ve aynı zamanda Münih Yabancılar Meclisi üyesi Songül Akpınar yaptı. Etkinlik
Münih`te Falliyet gösteren Mezopotamya Kültür Derneği tarafından düzenlendi.
Yazar Hasan
Bildirici 1960 yılında Kürdistanin en şirin ve güzel şehirlerinden
birisi olan Bitlise bağlı 20 bin nufuslu Ahlat kasabasında doğdu.Ziraat
tekniseyni eğitimini tamamladıktan sonra Kürdistanın bir çok bölgesinde
mesleğinde çalıştı. 1980 yılında siyasi görüşlerinden dolayı 12 Eylül cuntacıları
tarafından tutuklandı.
Türk cezaevlerinde tam 12 yıl yattı. Devletin
kesintisiz olarak ona ve yol arkadaşlarına uyguladığı baskı, bedensel imha ve
işkencelerine rağmen ilk romanını cezaevinde yazdı. Böylece egemenlere karşı sadece
eylem ve fikirleriyle değil en güçlü silahı olan kalemiyle de cevap verdi.
Dünya`da ve Kürdistan`da hiçbir gücün devrimci fikirlerin önüne geçemeyeceğini
böylece 12 Eylülcülerin suratına vurdu.
Cezaevinden çıktiktan sonra gazeteciliğe başlayan Hasan
Bildirici, meçhul cinayetlerin yoğun olduğu bir dönemde 1993 yılında yurtdışına
çıkmak zorunda kaldı. Bildirici şu anda İsviçre`de siyasi mülteci olarak yaşıyor
ve kalemi susmak istemiyor.
Yazar Hasan Bildiricinin 20 Aralık`ta Münih`te okurlarıyle buluştuğu toplantıda yaptığı konuşmasının özetini
aşağıda yayınlıyorum ve diyorumki herkese nasip olmaz büyük Şerefxanın
Bitlisinde doğup büyümek ve yaşamak.
|
Yazar Hasan Bildirici Münih`te
okurlarıyle buluştu |
Ve şimdi sözü yazarın kalemine, kalemin yazarına
bırakıyorum.
..ve bu 3
fidanımızı tekrar saygıyla anıyorum
“Tabi son sıkıntılı bir 10 gün geçirdik. Pariste 3
Kürd kadını katledildi. Katledilir, katledilmez oraya gitmiştik. Ben daha önce
Pariste ikibuçuk yıl kalmıştım. İlk geldiğimde.
Çeşitli etkinliklere de katılmıştım ben orda. Ben Parisi ilk kez bu
kadar kürd rengine kesmiş olduğunu gördüm. Parise neredeyse 4 saate girebildik.
Nereyi denedikse, hangi sokağı denedikse o sokakta Kürdler vardı. Kürdlerin
araçları vardı. Halen o gün belki
katılanlarınız olmuştur, halen bir hayal gibi geliyor. Gerçekten o olayları
yaşadık mı? bir de arkadaşların Paristen
cenazeleri daha sonra bizden sonra başka bir gurub tarafından Türkiye ye
gönderildi. Türkiye`den Kürdistana ilettildi. Kürdistanda, Diyarbakır`da çok
görkemli bir karşılama yaşandı.
Deyim yerindeyse cenazelerimiz 10 gün aşkın bir
süre halkımızın omuzlarında kaldı. Buda bizi çok huzursuz etti aslında, çünkü normalde bir vefat olayı ister cinayet ister
katliam, isterse normal bir vefat olayı gerçekleşsin, vefat edenin bir an önce
toprakla buluşturulması gerekiyor. Bu kendi yakınlarımızın vefatinda bu
böyledir.
Ama ne yazıki sömürgeci türk devletinin bize uygun
gördüğü bu yaşam tarzında dağdaki gerillalarımızında cesetlerinin indirilip
mezara götürüldüğü süre 10, 15, 20 günü
kapsamakta. Bu bizim üzdüğü sanki huzursuz bir şekilde bekliyorduk bir an önce
toprağıyle buluşsun bu cenazeler. Ben o gece akşamleyin ANF`nin haberlerini okudum.
3 arkadaş kendi doğup büyüdükleri yerde toprağa verildiklerinde biraz huzura
edebildik. Bunun özüntüsünü taşıyoruz.
Halen bunun sarsıntısını atabilmiş degiliz. Ama her kötülükten kürdler bir iyilik
çıkartmasını biliyor. Bu katliam kürd halkını sömürgeci alçaklara karşı tekrar biraraya
getirdi.
Ve bu 3 fidanımızı tekrar saygıyla anıyorum.
Onların mücadele ettiği yolda zafere kadar gideceğiz.
Kan akıyordu
vucudundan aşağıya doğru
Simdi arkadaşlar bir afiş hazırlarken, daha çok
benim edebyatçı kimliğimi öne çıkararak bir afiş hazırlamışlardı. Aslında ben
hayata edebyatçı olarak başlamadım. 1980 yılındaki türk devletinin darbe
operasıyonlarının birinde yakalnmıştım, Diyarbakır`da. Eylül ayının başlarında
yakalanmıştım. Sorgudan çıktığımda, polis sorgusundan çıktığımda her taraf kar
dı. Bu demekti ki 3 ay işkencede kalmıştık.
|
Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu |
O zamanlar çok vahşi bir ortamdı. Türk devletinin
işkencelerini burda çok fazla anlatmaya gerek yok. Hepimiz yıllarca bunları
duyup gördük. Ama birini anmak istiyorum: Antep polis sorgusunda iken. Ekim
ayında, 1980 yılının Ekim ayında Nizip`te bi sabun işçisini getirmişlerdi. İsmi
Sait Şimşek`tı. Sait Şimşek PKK`nın Nizip sorumlusuydu. Ben Diyarbakır`dan
getirildigimde bunu ayaklarından asmışlardı. Filistin askısı deniliyor o işkence
biçimine.
Öyle duvara bir tane merdiven,
tahta merdiven dayamışlar. Onlarda bir de ip bağlamışlar. İnsanı ayaklarından
ters asıyorlar. İpler ayak bileklerine oturmuştu. Kan akıyordu böyle vucudundan
aşağıya doğru, gömülmüştü ipler artık, 5
saatmıydi, 6 saatmıydi artık. Bir de en fazla
5-6 saat kalabiliyorsun, ters asıldığın şekilde. Bir süre sonra
burnundan kan akmaya başlıyor zaten. Said`i öyle bir şekilde görmüştüm.
Hücreler çok soğuktu.
Hücrelerin olduğu yerde bir
de koridor vardı. Polisler işkence yapıp yorulduklarında orda bir piknik tüpü
bulunduruyorlardı. Onda çay demleyip içiyorlardı. Sonra bir ara şaka olduğunu
sandık. Said`e dediler, ismini de Kabul etmiyordu Said. Dediler eyer itiraf
etmezsen ismini kabul etmezsen bu tüpü başının altında yakacağız demişlerdi. Sonra
bir baktık ortalık yanık kokusuna kesdi. Said`ın başı altında piknik tüpünü
yakmışlardı. Said`in tabi orda yandı
kafası. Alıp götürdüler. Günlerce hücre kısmı yanık insan eti koktu tabiki. Ben
hapishaneye gittikten sonra bir ihbar dilekçesi yazdım savcılığa. Dedim: “Said
Şimşek isimli birisi böyle kafası altında piknik tüpü yakılarak öldürüldü bu
cinayetti ihbar etmek istiyorum.”
Savcılar bu tür ihbarları
dikkate almak zorundadırlar. Sonra askerler beni çağırdı dediler savcılık seni
istiyor. Getirip beni soyundurup dövdüler, dediler ifadeni geri alacaksın. Ben
ifademi geri almadım. O şekilde getirdiler, 3, 4 sefer o şekilde mahkemeye
çıktım, her defasında götürülüp getirilirken dövüyorlardı beni.
En sonda türk mahkemesi şöyle
bir karar verdi: İsimleri verilen polisler çağrıldı savcılık tarafından,
isimleri alındı. Onlar dedi:” Said Şimşek, evet biz tutukladık. Fakat kendisi
bir olay yeri gösterme keşfine götürürken, ayağı kaydı düştü. Beyin traması geçirip
öldü”, mahkemede öyle sonuçlandı.
|
Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu |
Yazdığım kitaplar kürd ulusunun kitaplarıdır
Gözümüzün önünde bir
cinayet vardı. Sayın Şimşek bir sabun işçisiydı. Sabun fabrikasında
çalışıyordu. Çok sıradan bir insandı. Ama o şekilde götürdüler. Su anda mezari
da yok zaten. Biz 12 Eylül hapishanelerinde çok ağır bir zulüm dönemi yaşadık.
Bunu biliyorsunuzdur, duymuşsunuzdur.
Bazen insanın yüreği yanıltmak istemiyor yaşadıklarına. İnsana layık
göremiyorsun.
Çok kötü bir insan düşünün,
aklına ne gelirse bir insane reva görür. Böyle bir şeydi. İste orada yazmaya
karar verdım. Dedim, böyle bir
yeteneğim, arzum da vardı. 1984 yılında ilk kitap çalışmalarıma başladım. Dünya
klasiklerini okudum. Roman ve öykü kitaplarını. Kendim denemeler yazmaya
başladım. İlk kitabım 1989 yılında ben Ceyhan cezaevinde iken çıktı, „Yasak
Ülkenin Günlüğü“, bu kitap. Yazmaya başladığımda kendi yakınımızdaki
arkadaşlarımız çok hoş görmemişlerdi. Onu bir „siyasetten kaçış“
nitelendirenler vardı. Diyorlardi „bizim sorunlarımız acildir, siyasidir.
|
Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu |
Edebiyata çok girmemek
gerekiyor.“ Bende aksini söylüyordum, diyordum: „Bir halkın romanları, öyküleri
yoksa o halkın mücadelesini kayıt altına almak mümkün değil. Çünkü bugün
Sovyetler Birliği Komünist Partisi`nin siyasal tartışmaları çok okunmuyor. Ama
rus yazarları, Ş…, Tolstoy, Destoveyski, Puşkini hala insanlar okumaya devam
ediyor. Yazarlar bir ulusun kimliğinin oluşturmasında çok önemli bir yere
sahipttirler. Onlar kültür karakterlerini oluştururlar. İyikide başlamışım,
kendi temelimi güçlendirdim. Bunu ulusumun hizmetine sundum.
Dilimin kürdçe olmaması çok
erken yaşta kürd olan annemin kaybetmemden kaynaklanıyor. Ondan ana dilimi
alamadım. Babam tarafım türk ağırlıklıydı. 3 yaşında kaybetmiştim. Ben ilk kez
kürdçe dilinin varlığını gittiğimi okulda kürd çocukları kürdçe dilini konuşurken
öğrenmiştim. Şimdi kürdçe öğrenmeye
çalışsam bile, öğrendiğim dil kürdçe yazmaya yetmez. Çünkü ana dilim değil. Ama
olsun, bir dilli hangi amaçla kullanırsam o amaca hizmet eder.
Yazdığım kitaplar kürd
ulusunun kitaplarıdır. Kürdçeye de çevrilmeye başlandı. Ayrıca ulusal
mücadeleler sadece bir ırk mücadelesi değil. Bugün Kolombiya`da , Arjantin`de ,
Şili`de portekizce, ispanyolca yazan yazarlar var. Onlarda kendi ulusunun
kitaplarını yazıyorlar. Hapishaneden çıktıktan sonra 1991 yılında ilk kürd yayınevi
Melsa, belki duyanınız olmuştur, yayınevini kurdum. 1 yıl kadar Melsa
yayınevinin oturması için uğraştık.
İyi kitaplar da çıktı. İlk
kez Türkiye de Kürdistan toplumu kürd kitapları ile tanıştı. Ondan sonra başkan
tarafından Bekaa kampına çağrıldım, 4
aylık orada kaldım. PKK sistemini gözledim orada. Gerillaların eğitimini
gözledim. Dönüşümde İstanbul`da „Özgür Gündem“ gazetesini kurdum. Hani 25
çalışanı katledilen gezete. Bu gazetenin ilk yayın yönetmenliğini yaptım.
Öldürülen gazeteci arkadaşlarımız vardı. Hafiz Akdemir, Kemal Kılıç, Ferhad
Tepe, vurulan Burhan Karadeniz, Yahya Orhan. Bu arkadaşlarla birlikte
çalışıyordum. Günlük telefonlaşıyorduk. Bu arkadaşların çoğu biraz da kendi
ihmakarlığından öldürüldü. Çünkü o dönemde türk devleti kürd sivillerine
yönelmişdi. Ve 17 bin 500 civarında bir sivil katliamı varsa bunun en azında
12, 13 bini evine girerken veya evinden çıkarken işlenen cinayetlerdır.
Biz arkadaşlara diyorduk
„bilinen adreslerinize bir süre uğramayın. Evlerinize gitmeyin. Başka yerlerde
kalmayı tercih edin.“ Arkadaşlar „tamam diyorlardı“, ciddiye almıyorlardı.
Sonra evlerine giderken ya da evlerinden çıkarken öldürülüyorlardı. Birde bu
öldürülen kürd sivilerinin çoğunu tanımam gibi bir talih mı desem, talihsizlik
mı desem gibi böyle bir şeyle karşılaştık. Bunların yolu mutlaka İstanbula düşüyordu.
Avukattılar, öğretmendiler
yada esnaftılar. Geldiklerinde nasıl kürdler Avrupa`da Brüksel`de Roj Tv
sütüdyolarına uğruyorsa, O arkadaşlar da bizim gazeteye uğruyorlardı. Yada
Mezopotamya Kültür Merkezine. Bunları tanıyordum. Ve gittikten bir süre sonra
öldürülüyorlardı. O anlamda bazen insan kendi haline de acıyor ya.
Benim kafam mezarlık gibi. Çünkü tanıdığım yani 50 bin kürd şehidi varsa
mutlaka 20 binini tanıyorumdur. En azında 10 binin elini tutmuşum. Bazen kendi
ellerime acıdığım oluyor. Çünkü onlarla tokalaşdık dağlarda, işte İstanbul da,
cezaevlerinde. Böyle bir dönemin tanıklığını yapmak, içinde olmak, bunların
cenazelerini kaldırmak, çünki büyük bir kısmın cenazesini kaldırırken tabutlarından
halen kan damlıyordu…...
Text/Foto: Reşad Ozkan