16. August 2009

Murathan Mungan ile Mülakat

“Doğunun Sarayı” kitabı Mungan’ın deyimiyle “aşk, sevgi, şiddet ve erk”e ilgi duyanların okuyacağı bir eser. Kültürler ve insanlar arasında bir diyalogtur.
Yazar Murathan Mungan okuyucularına ve kitapseverlere yeni kitaplarından pasajlar okuduYazar Murathan Mungan okuyucularına ve kitapseverlere yeni kitaplarından pasajlar okudu.
/Text ve Fotolar:by REŞAD ÖZKAN http://www.agahdari.homepage.t-online.de/41526.html

Ünlü yazar Murathan Mungan, “Benim için sanat yapıtı bir çömlek gibidir. Hem toprağında varolduğu anlaşılır hem de dünyanın her yerinde kullanılabilir olması gerekir“ diyor.

Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı 2006’da birçok ünlü yazarla karşılaşmak mümkündü. Yaklaşık 300 bin kitapseverin ziyaret ettiği fuarda yer alan yazarlardan biri de Murathan Mungan’dı. Mungan ile yazar Mehmet Ali Toptaş ARTE’nin podyumunda okuyucularına ve kitapseverlere yeni kitaplarından pasajlar okudular.

Hemen okuma etkinliğinden sonra sorularımızı cevaplayan Mungan, “Sadece Almanya için Almanca dilinde“ yeni yayınlanan “Doğunun Sarayı” adlı öykü kitabına ilişkin bilgi verdi. Mungan, “Dünyanın doğu ile batı diye ikiye ayrıldığı bir çağda batıda oturanların doğuya hangi pencerelerden baktıkları esası önemli“ dedi. İyi sanat yapmayı bir çömleğe benzeten yazar Mungan, “Sanat o ülkenin, o yazarın toprağından yapılan bir çömlektir. Hem toprağında varolduğu anlaşılır hem de dünyanın her yerinde kullanılabilir“ tespitini yaptı.


Sayın Mungan kültür televizyonu ARTE’nin konuğu olarak Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nda sizin de belirtiğiniz gibi sadece Alman okuyuculara yönelik olarak Almanca dilinde “Doğunun Sarayı (Palas des Ostens)” adlı yeni kitabınızdan pasajlar okudunuz. Neden sadece Almanca?

Efendim daha önceden de belirttiğim gibi böyle “Palast des Ostens“ denilen yazılmış bir kitabım yok. Ancak bu yeni hazırlanmış yapıt, daha önce yazdığım kitaplarımdan doğu ve batılıların birbirlerine hangi pencerelerden baktıklarını işleyen seçmelerden oluşuyor. Sadece özel olarak Almanya için hazırlanmıştır. Kitap 5 öyküden oluşuyor. Kültürler diyaloğuna bir katkı olsun diye.

Ama her kitap benim icin bir mimari yapıdır ve bir tamamlanmış bütünlüktür. Öykülerin tıpkı bir romanda olduğu gibi birbirini izlemesini, birbirini sürüklemesini ve temaların birbirine devredilmesini amaçlarım. Yazar Murathan Mungan okuyucularına ve kitapseverlere yeni kitaplarından pasajlar okuduTürkiye gibi yazarlar için sorunlu bir ülkeden geliyorsunuz. Okuyucularınızın hemen hemen tamamı orada. Orada yazarlığınızı, sanatınızı engelleyen zorluklarla karşılaşıyor musunuz?

Her yazarın karşılaştığı zorluk, benim de karşılaştığım zorluktur. Ama özel olarak karşılaştığım bir zorluk yok. Ama Türkiye’nin eğer antidemokratik kısıtlamalarını, düşünce özgürlüğü önündeki engelleri kastediyorsanız, bunlar herkesi etkilediği gibi beni de etkiliyor tabi. Ben sadece bunun benim kendi içimde bir otosansür yaratmasına müsaade etmek istemiyorum. Yazar Murathan Mungan okuyucularına ve kitapseverlere yeni kitaplarından pasajlar okuduSizce Türkiye’de bir demokratikleşme var mı, bu konuda bir gelişme seziyor musunuz? Bir sonuç verecek mi?

Ya verecek, ya verecek başka çaresi yok. Sadece Türkiye için değil, dünya için de barış istemekten başka çaremiz var mı yani! Tabi ki Türkiye’de çok zorluk var. Ancak Türkiye’yi yönetenlerin çeşitli anlayışlara, çeşitliliklere tolerans göstermesi ve bunların öğrenilmesi, hepimizin esenlik içinde birarada yaşaması için fazla pahalı olmaması gerekiyor. Bütün insanlık için yapılması gerekenleri herkes üzerine düştüğü kadar ve düşmediği kadar yaptı ve hala yapması da gerekiyor diyorum.

Türkiye Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye olmak istiyor. Türkiye’nin AB’ye girmesine taraftar mısınız?

Evet Türkiye’nin AB’ye girmesini istiyorum. Bu benim AB’nin kendisini herşeyin çözümü görmemden veya bir Cennet olduğundan kaynaklı değil. AB süreci Türkiye’nin kendi ivmesiyle kendi dinamiğiyle pek halledemediği demokratikleşme sürecini geliştirebilir. Bu sorunların ancak AB süreciyle bağlantılı olarak çözüleceğine inanıyorum ve bunu hissediyorum. AB aynı zamanda bu anlamda bizim balans ayarımız.

Frankfurt’tasınız, şehir hoşunuza gidiyor mu? Kitap fuarını gezdiniz mi, nasıl görüyorsunuz?

Bir kere kitap fuarı, dünyanın neresinde olursa olsun iyidir. Ama Frankfurt şehrini çok sevdiğimi ve çok güzel bulduğumu söyleyemiyeceğim. Çünkü ben bir dönem Mannheim-Ludwigshafen’da yaşadım o dönem ilk gittiğim yer Frankfurt, biliyorum. Ancak Frankfurt Kitap Fuarı bizim için bir tülü bir kabe. Bunun için Frankfurt’u affediyoruz!

Avrupa’daki okuyucularınıza bir mesajınız var mı?

Beni okuyan ve seven herkese merhaba demek istiyorum. Benim kitaplarımı okumayı sürdürmelerini diliyorum. Onları, hayal kırıklığına uğratmayacağıma dair söz veriyorum. Daha esenlikli, daha sağlıklı, daha iyi bir hayat için; hepimiz hangi işi daha iyi yapıyorsak, o işi sürdürmeye devam edelim.
Palast des Ostens (Doğunun Sarayı)Palast des Ostens (Doğunun Sarayı)

Murathan Mungan’ın “Doğunun Sarayı” adlı yapıtı eski kitaplarından yapılan seçmelerden oluşuyor.

5 öyküden oluşan bu seçme yapıtın kahramanları; Çoban ve Hırsız, adetleri yerine getirmek zorunda olan iki genç göçebe. Ölüm Meleği Azrail ile direnişçi-isyancı olan köprü yapımcısı Deli Dumrul, geleneksel dansları yapan bir Alevi ve saraydaki Prenses ve hatta Osmanlı Veziri ile dilsiz postacı, sevginin ve aşkın gizliliklerini öğreniyorlar.

“Doğunun Sarayı” kitabı Mungan’ın deyimiyle “aşk, sevgi, şiddet ve erk”e ilgi duyanların okuyacağı bir eser. Kültürler ve insanlar arasında bir diyalogtur. Kitabı, Türkçe’den Almancaya Birgit Linde ve Alex Bischof çevirmiş. 256 sayfadan oluşan kitap, Unions Verlag tarafından yayınlandı.

Fuara ilgi büyüktü_300 bine yakin kitapsever ziyaret ettiFuara ilgi büyüktü_300 bine yakin kitapsever ziyaret etti.<
Mungan ve soldan ikinci Yazar Ali Toptas

Text ve Fotolar:by REŞAD ÖZKAN/RÖ/http://www.agahdari.homepage.t-online.de/41526.html
FRANKFURT / 2006, Ekim/Yeni Özgür Politika

3. August 2009

Münih Üniversitesi Politik Araştırmalar Merkezi/AB genişleme uzmanı Janis A. Emmanouilidis: Müzakereler devam edecek

Münih Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakultesi bünyesinde bulunan Politik Araştırmalar Merkezi/Centrum für angewandte Politikforschung (C.A.P.) AB genişleme uzmanı Janis A. Emmanouilidis:Müzakereler devam edecek.
Sayın Emmanouilidis AB Komisyonu Ankara`yı Kıbrıs konusunda verdiği sözleri ve yükümlülükleri yerine getirmediği için üyelik müzakerlerinin askıya alınabileceği konusunda uyardı. Ancak önümüzdeki ayın ortasına kadar da yükümlülüklerinin yerine gtirilmesi konusunda da ona süre tanıdı. Türkiye adım atacak mı? Adım atmazsa ne olacak?

AB ile başlatılan üyelik müzakerelerinin kesintiye uğramasına Ankara`nın şimdilik korkmasına gerek yok. En azında yapılan AB dışişleri bakanları konferansında çıkan sonuç buydu. Ancak bakanların üzerinde anlaşmadığı nokta „eyer Türkiye 14 ile 15 Aralık`ta toplanacak AB Zirvesine kadar yörüngesini AB`ye çevirmezse, en azında Kıbrıs konusunda bir çözüme yanaşmazsa ne olacak? Ankara`ya karşı hangi alternatif yatırımlara gidilecek? Konusuydu.

Demek ki Ankara 3-4 hafta içerisinde dediğinde diretse ve ileriye doğru bir adım atmazsa bile, AB radikal kararlara el atmayacak, Ankara`ya karşı yumuşak davranıp zincirleme şeklinde üyelik müzakereleri – prüzlere neden olmayacak- çeşitli başlıklar altında devam edecek. Genişleme Komiseri Olli Rehn ise yeniden Ankara`ya çağrıda bulunup üyelik kiriterlerinin yerine getirmesini talep etti. Rehn görüştüğü Türk meslektaşı Ali Babacan`a „Ankara AB tarafından talep edilen bütün üyelik kiriterlerini doldurmadığı sürece tam üye olmayacak“ uyarsında bulunurken, AB genişlemesini yakında takip eden uzmanlara göre ise bir ülkenin birden biranda bütün üyelik kiriterlerini yerine getirmediğini belirtiyorlar ve AB Ankara`nın üzerine fazla gitmeyecek ancak onu zorlamaya devam edecek.

Aynı görüşü AB üyeliği sürecinde Ankara`yı bekleyen zorluklar üzerine görüştüğümüz Münih Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakultesi bünyesinde bulunan Politik Araştırmalar Merkezi/Centrum für angewandte Politikforschung (C.A.P.) AB genişleme uzmanı Janis A. Emmanouilidis de (www.cap-lmu.de) paylaşıyor.

Sayın Emmanouilidis AB Komisyonu Ankara`yı Kıbrıs konusunda verdiği sözleri ve yükümlülükleri yerine getirmediği için üyelik müzakerlerinin askıya alınabileceği konusunda uyardı. Ancak önümüzdeki ayın ortasına kadar da yükümlülüklerinin yerine gtirilmesi konusunda da ona süre tanıdı. Türkiye adım atacak mı? Adım atmazsa ne olacak?

Emmanouilidis: Aralık ayının ortasına kadar Türkiye`nin haraket etmesi için bu konuda mevcut olan çeşitli alternatifler ve imkanları nasıl kullanacağına bağlıdır. Gerçekten de başlatılan üyelik müzakerelerinin durdurulması veya kesilmesi konusunda Ankara`nın önünde büyük bir tehlike duruyor.

„Chain-crash“ senaryosu gündeme gelebilir, olabilir. Ancak tarafları memnun edecek bir orta yol bulma imkanı olasalağı daha büyük. Bu arada Başbakan Recep Teyyip Erdoğan tartışmalı olan 301. ceza paragrafının değiştirilebileceğine imada bulundu: Kıbrıs meselesine de bir uzlaşmanın sağlanması konusunda çözüm yolu şu veya bu şekilde aranıp bulunacak. Böylece müzakerlerin - chain-crash opsiyonun gündeme gelmemesi için - kesilmesi, son verilmesi veya belirsiz bir zamana ertelenmesi tehlikesinin önüne geçilmeye çalışılacak. Orta bir yolu`un bulunmasına çalışılacak.

Yani sizce Türkiye AB`ye olmak için gereken üyelik kiriterlerini yerine gtirecek mi? bu konuda iyimser misiniz?

Emmanouilidis: Bilindiği gibi AB Komisyonun açıkladığı ilerleme Raporu sadece Kıbrıs meselesini kapsamıyor. Sadece Kıbrıs meselesine dikkat çekmiyor. Eleştirilen başka konular da (Kürt sorunu, insan hakları, düşünce özgürlüğü, askerlerin siyaset üzerindeki denetimi, dini azınlıklar v.s.) var, rapor`da. Bence Ankara eleştirilen bazı konular konusunda kolaylık gösterip sorumluluklarını yerine getirmeye çalışacak.

Caza yasasında yer alan 301. paragraf bu konuda önemli bir örneği teşkil ediyor. Ancak daha başka çok değişkiliklere gerek var. Çözümü sayısız faktörlere bağlı olan Kıbrıs sorunu konusunda ise Türk tarafının nasıl kolaylıklar sağlayacağı ise bugünden söylemek zor.

Bence bu konuda da, Almanya, Fransa ve Ankara`yı daha çok zorlayan Avusturya dışında diyer AB üye ülkelerinin sesleri fazla çıkmadığına baktığımzda, bir uzlaşma formülü ortaya çıkacaktır. Diyer AB üye ülkeleri Ankara`nın üzerine ya fazla gitmiyorlar veya üyeliğine taraftardırlar. Buna bakıldığında „chain crash“ senaryosuna fazla ihtimal kalmıyor.

Türkiye`de başlatılan reform süreci düşünce ve basın özgürlüğü konusunda ilerlemeler kaydetti mı?

Emmanouilidis: Burda ayrıntılariyle cevap vermek bence çok zor. Ancak temel reform sürecine baktığımzda reformların temposunda bir duraklama-gerileme sözkonusu. Zaten daha üyelik müzakerleri başlamadan önceki tezimiz şu idi: Hızlı başlatılan reformların temposunda büyük bir düşüklük ve kesinti olacak, Ankara hızlı başlatılan reformların temposuna ayak uydurmayacak. Ve böyle de oldu.

Diyer AB-Genişleme süreçlerininde elde ettiğimiz politik deneyimlerimiz var: Müzakerlerin başlaması için, hedefe ulaşmak için, reform süreci ilk önce hızlandırılıyor. Müzakerelere başlamasiyle birlikte bu tempoda büyük bir düşüklük başlıyor. Türkiye`nin tutumu bizi şaşırtmadı.

Sizce reform sürecinin duraklaması önümüzdeki yılda yapılacak parlamento seçimleri veya ordunun tutumuyle mı bağlantılı?

Emmanouilidis: Birçok spekülasiyona bizi getircek bu soru daha çok bir iç politika sorusu. Ancak şunu söylemekte fayda görüyorum: uzun bir zamandan beri X. anını – AB ile üyelik müzakerlerinin başlaması için - bekleyen bir ülkede reformlarda temponun büyük bir şekilde düşüşe geçmesi, bizim için bir sürpüriz olmadı.

Tabiki bu bu duraklamalara bir çok iç politik gelişmeler, veya temel aspekt olarak Türkiye`deki genel gelişmeler, ordu-hükümet ilşikileri ve ordunun siyaseti ne kadar denetim altında tutuğu neden olmuş olabilir. Bu konuda daha çok sayısız spekülasiyon yapılıp görüş ortaya atılabilir. Bu gelişmelere baktığımzda kesin olarak açık bir şekilde bu soruları cevaplamak zorlaşıyor.

Sizce Türkiye`deki reform sürecinin yerinde sayması komşu Irak`ta yaşanan güncel gelişmelerle ilgisi varmı?

Emmanouilidis: Bu konuda bir görüş ve ortaya atılan bir tezin olduğunu biliyorum. Ancak Türkiye`deki reform süreciyle Irak`taki güncel gelişmeler arasında bir bağlantı kurmak zor, bunu ispatlamaya çalışmakta bence zor görünüyor. Bunun için bu soruya ne „Evet“ nede „Hayır“ diyebiliyorum.

Almanya başbakanı Angela Merkel (CDU) Türkiye`nin AB`ye tam üye olmasına karşı çıkıyor ve alternatif olarak „imtiyazlı ortaklığı“ öneriyor. 1 Ocak 2006 tarihinden itibaren AB Dönem Başkanlığı Almanya`ya geçecek. Sizce AB-Türkiye ilişkilerini zorlu bir yıl mı bekliyor?

Emmanouilidis: Bence Almanya dönem başkanlığı boyunca çıkar gereği olarak Türkiye`yi gündemine almamaya çalışacak. Başbakan Merkel Türkiye`yi AB ajandası dışına bırakmaya uğraşacak ve bunada çaba serf edecek. Bunun için Türkiye ile anlaşmazlıklar ve pürüzler Almanya`nın iç politikası haline gelmemesi için, Finladiya dönem başkanlığı esnasında yani bu yılın sonuna kadar çözülmeye çalışılacak.

Eyer Türkiye Almanya dönem başkanlığı süresinde AB gündemine tekarar girerse Merkel için iç politik sorunlara neden olabilir. Onun için özelikle AB Anayasasını gündemine alacak Almanya diyer bütün meseleleri alt planlara atmaya çalışacak. Dönem başkanlığı boyunca Türkiye ile ile temas etmekten kaçınacak.

Sizce Türkiye bir Avrupa ülkesi mi? Avrupa`ya ait ise AB için hangi stratejik önemlere sahip?

Emmanouilidis: Ben bu soruya - temelde çoğrafik olarak değil - ancak gerçeklere bakılarak Türkiye`nin doğrudan bir çok sefer AB`ye üye olmak için perspektifleri gösterdiği ve sahip olduğu için „Evet“ olarak cevap veririm. Bu soru bu saydığım kiriterlerden dolayı bir çok sefer olumlu cevap almıştır. Bunun için artık Türkiye`nin Avrupa`ya ait, olup olmadığı sorusu değildir, olduğu gerçeğidir.

Türkiye`nin AB için stratejik önemine gelince bu konuda çok çeşitli görüş açısı bulunuyor. Bence Türkiye`nin sahip olduğu en büyük stratejik önemin arkasında AB`ye alınacak bir müslüman ülkesi olması, gerçekten üye olursa, olması 10 veya 15 yil sürse bile. Böyle bir gelişmenin etkisi Türkiye`yi aşıp islam-arap dünyası ve AB`nin içinde yaşayan müslüman toplumu için de AB`nin vereceği bir işaret olur.

Tüm bunlar Türkiye`nin üyeliği açısından stratejik önemlerdir. Türkiye`nin sahip olduğu jeostratejik konum bu kapsamda bence daha fazla bir rol oynamıyor.

Türkiye AB`ye tam üye olursa buda Suriye, Iran veya Irak`a sınırları olacağı ve komşu olacağı anlamına gelecek, bu üyeliğin ilerde doğuracağı ve neden olacağı – uzun vadeli ve sürekli - büyük sorunların ortaya çıkması da kacınılmaz olacaktır.

Suriye de AB`ye üye olmak istiyor?

Emmanouilidis: Evet, bilindiği gibi Fas ta birzamanlar üye olmak için AB`ye başvurmuştu. Ancak bu ülkelerin başvuruları, özelikle Fas`ın, AB Komisyonu tarafından açık ve net bir şekilde Avrupa devletleri olmadığı için rededildi. Bence red cevapları da yerinde idi. Fas ve Suriye`ye AB üyelğı için hiçbir perspektif sunulmadı. Biz burada Beyaz Rusya, Ukranya. Moldavya ve Gürcistan için de konuşabiliriz. Soru şudur: Olası bir üyelik konusunda siyasi mı yoksa çoğrafik kararlar mı rol oynuyor? Ve bence tabiki verilen cevaplar çoğrafik sınırları gözönünde bulunduran siyasi kararlar olmalarıdır. AB`nin çoğrafik sınırları Akdenizin güneyine kadar uzanır, ordan ötesi Avrupa düşünülemez bence.
/by Reşad ÖZKAN/RÖ
21. Kasım 2006/www.Kurdistan-Post.com

Hamburg Şark Enstitüsü Direktörü ve Ortadoğu uzmanı Prof. Steinbach: ABD Ortadoğuda Daha Aktif Türkiye İstiyor

Hamburg Şark Enstitüsü Direktörü ve Ortadoğu uzmanı Prof. Steinbach, Bush yönetimi Türkiyeyi Ortadoğuda daha aktif bir konuma itiyor. Olası bir Kürt devletinin kurulmasında Türkiyenin tavrı zaten belli dedi.(Dokumentasiyon/Belge)
Hamburg Şark Enstitüsü Direktörü ve Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Udo Steinbach, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) olası Irak operasyonuna ilişkin Özgür Politika Gazetesi'nin sorularını yanıtladı.
"Bölgeyi bir felaket bekliyor" diyen Steinbach, olası bir Kürt devletinin ortaya çıkışını engellemek için Türk ordusunun alarmda beklediğini de sözlerine ekledi.

Irak'a operasyon tarihi için neler söyleye bilirsiniz?
ABD Başkanı George Bush Irak'a saldırmak için çoktan beri kararını vermiştir. Son hazırlıklarını da tamamlamak üzere. Bir askeri saldırıdan kaçınmak ve diplomatik yollara başvurmak için Bush yönetiminin savaştan şu anda vazgeçmesi dünya için bir mucize olur.

Avrupa Birliği savaşı önlemek için girişim de bulunabilir mi?
Hayır, büyük bir ihtimalle hayır. Savaşın durdurulması artık mümkün olmayacak. Zaten Avrupa'nın ortak bir görüşü savaş olsa da bir işe yaramayacak. Fakat Amerika artık Avrupa'yı defterden silip, hesaba katmıyor. ABD Avrupa'yı ciddiye almıyor. Ben geçen hafta Washington'daydım. Avrupa'nın artık Amerikalılar tarafından ciddiye alınmadığını kendim de açıkça hissettim. ABD, sadece Avrupalılara harekete geçirilmeye ihtiyaç duyan bir güç olarak bakıyor.
Savaşın önüne geçmek için tam olarak ortak bir Avrupa politikasının oluşması mümkün olmayacak. Her Avrupa ülkesi kendi başına bir politika izleyecek.
Avrupa ülkelerinin politikaları İngiltere başbakanı kendi kamuoyu tarafından baskı altında tutulmasına rağmen, kendi başına özel bir yol izleyecek. Almanya seçim havasına girmiş bulunuyor. Başbakan Gerhard Schröder'den işittiğimize göre, bir Alman politikası olacak. Fakat savaşın önüne geçmek için bir tek sesli Avrupa politikası olmayacak. Schröder Alman seçmenlerinin savaşa karşı olduğunu biliyor.
Schröder, seçim taktiklerine başvuruyor. Sosyal Demokratlar ile Yeşiller Partisi'nin seçmenleri kesinlikle Irak'la yapılacak bir savaşa karşıdırlar. Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller'den oluşan koalisyon hükümeti ABD'yi desteklemekten bu açıdan kaçınıyorlar ve savaşa karşı olduklarını belirtiyorlar.
Diğer taraftan Hıristiyan Birlik Partileri CDU/CSU'nun ABD'nin savaş politikasından yana tutum takınmaları Schröder'in konumunu güçlendirmiştir. Birlik Partileri için bir talihsizlik. Tüm bu etkenleri göz önünde bulunduran Schröder, ABD'ye karşı radikal bir çıkış yapmıştır.

Irak'a yapılacak bir saldırının uluslararası hukuk açısından bir temeli var mı?
Tabii ki ABD için 1991 yılında Birleşmiş Milletler'in (BM) kabul ettiği antlaşma son bir meşru zemini oluşturuyor. Bush yönetimi aslında Saddam ile açık bırakılan bir hesabı kapatmak istiyor. Mesele ABD'ye göre çoktan beri ortadan kaldırılması gereken bir adamın sorunudur. Saddam Hüseyin, Amerikalıların ezici çoğunluğu tarafından büyük bir tehlike olarak algılanıyor. Irak'ın kimyasal, biyolojik ve başka kitlesel imha silahlarına sahip olduğunu belirten ABD yönetimi, askeri saldırıyı meşru görüyor. Saddam'ın bu somut girişimi ABD'yi kaygılandırıyor. Bush'un bu sert çıkışı, Bill Clinton'un başkanlık döneminde Ortadoğu ve Irak'la ilgili izlediği çelişkili politikaya bir reaksiyon olarak da görülmelidir.

İslam ülkeleri ve ABD İslam ülkeleri ABD'yi destekleyecek mi?
Fazla destek göreceğini sanmıyorum. Kuveyt, Katar ve Bahreyn gibi küçük ülkelerin ABD'ye başkaldırmaları elbette düşünülemez. Zaten bu ülkelerin ABD'yi desteklemekten başka çareleri de yoktur. Büyük ve önemli İslam ülkeleri ABD saldırısını desteklemeyecekler. Hatta ABD bu konuda Suudi Arabistan ile bile sorunu olacaktır. Eğer Suudi Arabistan ABD'yi desteklemeye kalkışırsa, içte büyük bir muhalefetle karşılaşır. Bundan dolayı Suudi Arabistan ABD'ye destek vermekten kaçınacaktır. Destek de vermediği zaman, ABD tarafından eski endişeler ön plana çıkıp düşman bir kategoriye dahil edilecek ve "pozitif bir dost" muamelesi görmeyecektir. Görüldüğü gibi durum çok karmaşık bir hal izliyor.

Filistin sorununun hala bir çözüme kavuşturulmaması savaşın önünde bir engel teşkil ediyor mu?
Hayır. Filistin sorunu Irak'a bir saldırı için artık bir engel teşkil etmiyor. Durum değişti. Başkan Bush Filistin-İsrail sorununun bir çözüme kavuşması veya en azından silahların susturulmasını sağlamak için aylarca askeri müdahaleyi geciktirdiği biliniyor. Bu geciktirme Arap kamuoyu ve devletlerinin desteğini kazanmaya yönelikti.

Bush neden her şeye rağmen Irak'a saldırmak istiyor? Bu işin başka çözüm yolları yok mu?
Tabii ki başka çözüm yolları var. Mesela bölgeyi bir felakete sürükleyecek açık bir askeri müdahale yerine Irak'ta bir rejim değişikliği için kapalı operasyonlar tercih edilinebilir. Fakat anlaşılan geçmişte ve şimdi bu tür yöntemler başarısızlıkla sonuçlanmış. Muhtemelen Clinton dönemindeki Amerikan politikası bu konuda işi ciddiye almamış ve kararsızlık göstermiş. Anlaşılan Saddam rejiminin yıkılması için dışardan bir saldırı ve içerden muhalefetin desteğini kazanmakla mümkün olacak. En azından artık Bush yönetimi olayı böyle görüyor.

AB'ye uyum, Türkiye ve ABD Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde(TBMM) kabul edilen "Avrupa Birliği'ne Uyum Paketi"nin, ABD'nin Irak'a yapacağı müdahaleyle bir ilişkisi var mı?
Çok önemli bir soru. Bence şu veya bu şekilde ABD, Irak sorunuyla yakından bir ilişkisi vardır. Türkler Avrupa'da ve bölgede söz sahibi olmak için oldukça fazla çaba sarf ediyorlar. Türklerin kabul ettiği reform paketi, gerçekleşen anayasal düzenlemelerin, Irak'a ABD müdahalesinde ortaya çıkacak olası bir boşluktan faydalanmak için olduğunu söyleyebilirim. Afganistan'da çok uluslu güçlerin Türk komutasında bulunması nedeniyle, ABD tarafından bölgede Türkiye'ye daha çok rol biçilmektedir. Türkiye bir ABD müdahalesinden açıkça faydalanıp, AB'ye girmek için süreci bu yollardan hızlandırmak istiyor.

Savaştan sonra olası bir Kürt devleti ortaya çıkarsa, Türkiye'nin tutumu ne olur?
Türkiye'de bu konuda Irak'ın işgali için Türk genel kurmay başkanlığının planları hazır. Türk ordusu olası bir Kürt devletini önlemek için zaten Irak'a gireceğini açıkça belirtiyor. Eğer gerçekten bir Kürt devleti kurma girişimi baş gösterirse, Türkiye o zaman hiç kimseye kulak asmadan doğrudan Irak'ın içişlerine müdahale etmekten kaçınmayacaktır. Doğacak olası bir boşluktan faydalanıp Irak'a karşı bir işgal hareketine girişecektir./by Reşad ÖZKAN/RÖ
12 Ağustos 2002/Politika/Bianet/Kurdistan-Post

Uluslararası Hukuk uzmanı Prof. Paech:Roma döneminde değiliz

Uluslararası Hukuk uzmanı ve Hamburg Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof Dr. Norman Paech ile Mülakat./Belge

Amerika'nın Irak'taki savaşının meşru olmadığını söyleyen Prof. Dr. Norman Paech, "Dünya, artık Roma İmparatorluğu'nun dönemindeki gibi değil. Amerika'nın askeri, ekonomik egemenliği ve eylemleri hukuksal bir temele dayandırılmak zorunda" dedi.

Uluslararası Hukuk uzmanı ve Hamburg Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof Dr. Norman Paech, Irak'ta süren savaşın hukuk boyutunu ve Kürt sorununa ilişkin gelişmeleri değerlendirdi.

-Irak savaşı başladı. Çatışmalar gittikçe yoğunlaşıyor. Irak krizinde uluslararası hukuk iflas mı etti acaba?

Şu anda Birleşmiş Milletler ve devletler hukuku zor bir durumda bulunuyor. BM ve devletler hukuku merkezi olarak, Irak savaşını önleyemediler ve ağır bir yenilgi aldılar. Bu savaş tamamıyla devletler hukukuna aykırıdır. Bu savaşı meşru gösterecek herhangi bir neden bulamıyorum.

-Yani bu bir saldırganlık savaşı mıdır?

Amerikalılar ve İngilizlerin bu saldırısı BM Şartı'nın 2. maddesinin 4. paragrafının tamamıyla ihlal edilmesi anlamına geliyor. BM Şartı'nın sözkonusu maddesi ulusal savunma durumları olmadığı sürece devletlerin birbirlerine karşı şiddete başvurmalarını ve savaş açmasını yasaklıyor. Şiddete başvurma ve savaş ilan etmek, ancak ve ancak BM Güvenlik Konseyi'nin onayı ile gerçekleşebilir veya sınırlandırabilir.

Görüldüğü gibi Irak savaşında böyle bir durum sözkonusu olmadığı gibi, BM'nin onayı olmadan Amerika, İngiltere ve Avustralya bilinçli olarak devletler hukukunu bir tarafa itip, Irak'a karşı kendi başına hareket etmişlerdir. Çok az bir gurubun dışında hemen hemen dünyadaki bütün uluslararası hukuk uzmanları da aynı görüsü paylaşıyorlar. Bu birincisi.

İkincisi ise; diğer taraftan görüldüğü gibi Amerika gibi çok güçlü olan bir ülkenin BM'ye ihtiyaç duyduğudur. Örneğin Amerika 1991 yılından beri Irak'a yapılan "Gıda için petrol" programını yeniden canlandırıp, program çerçevesinde tekrar BM'nin yardımını almaya çalışıyor. Savaş sonrası Irak'ın yeniden inşası ve düzeni sağlamak için sorunu uluslararasılaştırmak istiyor. Amerika'da belirli durumlarda kendi başına hareket edecek gücü bulamıyor ve BM'ye ihtiyaç duyuyor.

Bunun dışında Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in Irak'ın eline geçen Amerikalı savaş esirlerine kötü muamele yapıldığını söyleyip, Irak yönetimini Cenevre Antlaşması'na uygun bir şekilde hareket etmesini istiyor. Ben şahsen Rumsfeld'in bu talebini ciddi görmüyorum. Sıra kendilerine gelince herkesin uluslararası sözleşmelere bağlı kalmasını istiyorlar. Afganistan savaşında esir alınan Taliban veya El-Qaide savaşçılarının Guantanamo Üssü'ne getirilip onlar için Cenevre Antlaşması'nın geçersiz olduğunu açıklayan Amerika'yı tanıyoruz.

Burada şu anlaşılıyor: Yeri ve zamanı geldiğinde devletler hukukunun dünyada hegomonyasal bir güç olan Amerika için de gerekli olduğudur. Ve buna sarılmak zorunda kaldığıdır. Yani Dünya, artık Roma İmparatorluğu'nun dönemindeki gibi değil. Amerika'nın askeri, ekonomik egemenliği ve eylemleri hukuksal bir temele dayandırılmak zorunda.

-Tüm bu gelişmelere rağmen BM'nin gelecekte bir rolü ve önemi olacak mı?

Tabii buna kesin inanıyorum. BM, gelecekte de uluslararası meselelerde çok önemli bir rol oynayacaktır. BM'nin Irak krizini önlemek istemesi, savaş ve savaş karşıtı devletler arasında arabuluculuk yapması, silah denetçileriyle çok iyi bir şekilde koordineli çalışması, sorunu Güvenlik Konseyi'nde detaylı bir şekilde tartışmaya açması ve gereken bütün siyasi çözüm araçlarına başvurmaya çalışmasının, bu kurumun zayıflamasından daha çok güçlenmesine yol açtığı görüşündeyim. Amerika'nın Irak'a her şeye rağmen savaş açması BM'yi zayıflatmamıştır. Tersine BM'nin ne kadar haklı ve gerçekçi bir kurum olduğunu göstermiştir.

BM'nin bir yenilgi yaşadığı doğrudur. Fakat uluslararası camiada ne kadar önemli olduğu da ispatlanmıştır. Devletlerarası sorunların çözümü için hukuksal çözümlerin ne kadar önemli olduğunu bize göstermiştir. Sorun şu: Eğer devletler uluslararası hukuka göre hareket ederlerse çözülmeyecek sorun yoktur. Bu da tek tek devletlerin sahip olduğu hukuk kültürlerine bağlıdır. Almanya Irak halkına insani yardımlar için hazır olduğunu dile getirmiştir. Fakat Amerika tarafından kendisinin bu hususta araç olarak kullanmak istemesine karşı çıkmaktadır. Tüm bunlar da Almanya ile Amerika'nın hangi konularda görüş ayrılıkları içinde olduğunu bize gösteriyor.

-Alman hükümeti bir yandan savaşa karşı olduğunu belirtiyor, diğer yandan da savaş bölgesinde askeri mürettebatı, erken uyarı uçakları Awacslar ve kimyasal silahların izlerini tespit eden Fuchs adlı tankları bulunuyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de Amerikan ve İngiliz uçaklarına hava sahasını açmış bulunuyor. Sizce Almanya da savaşın içinde mi?

Hayır, ben Almanya'yı böyle değerlendirmek istemem. Durum belirtildiği gibi değildir. Almanya açık bir şekilde savaşa karşı olan tutumunu göstermiştir. Almanya bu savaşa karşıdır. Bunun dışında da Almanya'nın, bu savaş karşıtı tutumundan dolayı diğer ülkeleri de savaş karşıtı bir yörüngeye çektiği görüşündeyim. Dünyada savaş karşıtı cephenin bu kadar güçlenmesinde bence Almanya'nın tutumu çok önemli bir rol oynamıştır. Savaş karşıtı olan devletler Almanya ile dayanışma içine girmişlerdir. Avrupa'da Almanya gibi güçlü olan bir ülkenin tutumu Fransa Devlet Başkanı Chirac ve Rusya Devlet Başkanı Putin için örnek teşkil etmiştir.

Bence eğer Federal Almanya hükümeti savaş karşıtı bir çizgi izlemeseydi, belki ne barış hareketi ve ne de savaş karşıtı cephe bu kadar güçlü olabilirdi. Bölgede bulunan Almanya'nın silahları ve askerlerine gelince; tüm bunlar bence NATO'nun sorumluluk çerçevesinde olmasıdır. Ayrıca Almanya'nın bir bütün olarak Amerika ile ilişkilerini kopmaması için gösterdiği küçük bir jestidir. Bu da tabi işin başka yüzünü oluşturuyor. Bunlarla birlikte Almanya savaşa ortak olmamak için gereken yardımları çok az tutmuştur. Almanya'nın savaşa ortak olmamak istemesinin diğer işareti de, savaştan sonra harabeye çevrilmiş olacak Irak'ın inşasında yer almayacağını açık bir şekilde açıklamış olmasıdır. Almanya, Irak'ta bir temizlikçi firma olmayacağını ifade etmiştir.

-Daha savaş bitmiş değil Amerika Irak'ı ihaleye çıkarttı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden önce Amerikalılar en yağlı ihaleleri kendilerine alacaklarıdır. Başkalarının Irak'ta fazla kazanç sağlamalarına fırsat tanımayacaklardır. Amerikan şirketleri daha savaştan önce harekete geçmişlerdi. Irak'ın zenginlik kaynakları üzerinde, ilk olarak Amerikalılar söz sahibi olacaklardır ve sömüreceklerdir. Bunun dışında da başka devletlerin şirketlerini az denecek bir oranda ortak etmeye çalışacaklar ve hatta Irak'ta yaptıklarına sonradan savaşa meşruiyet kazandırmak için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde bir karar çıkartılmasına uğraşacak ve ortak etmeye kalkışacaktır. Çıkartılan 1441 Sayılı karar için çaba gösterdiklerini biliyoruz. Fakat savaşa bir meşruiyet kazandırmak isteyen bir kararın çıkması imkansız görünüyor. Fransa da savaşa sonradan bir meşruiyet sağlayacak böyle bir karara -insani yardımları kapsasa bile- kesinlikle karşı olduklarını belirtmiştir. Fransa bu konuda Almanya ile de ortak görüşü paylaşmaktadır.

-Savaş sonrası Amerikalıların planları nelerdir?

Ana planları Irak'taki (Basra, Kerkük ve Musul) zengin petrol yataklarını sömürmek ve petrol sömürme haklarını kendi şirketlerine devretmektir. Amerika Irak'taki yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını ele geçirmek istiyor ve bunların üzerinde söz sahibi olmak istiyorlar. Diğer devletleri bu kaynaklardan uzak tutacaklardır. Bu çerçevede hazır planları vardır. Bunun dışında Amerikan çıkarlarını garanti altına alacak -Afganistan da olduğu gibi- yeni bir hükümet atayacaklardır. Fakat Irak'ın nasıl bir devlet yapısına kavuşacağı -federasyon mu merkezi bir devlet mi-, tüm bunlar savaş sonrası Amerikan stratejisinin başka önemli bir parçasını oluşturuyor. Halen açık olan bu durum pazarlıklar konusudur. Bilindiği gibi savaşlar yapıcı değil yıkıcıdırlar.

Belki bir konfederasyon çözümü!..

-Daha önceden olası bir Irak savaşında Kürtlerin kaybedenler arasında olacağını belirtmiştiniz. Halen aynı görüşü savunuyor musunuz?

Kürtlerin bu savaşta kaybedenler arasında olacağından korkuyorum. Bu konudaki endişelerim büyük. Kürtler Amerikan ve Türk çıkarları arasında kalıp yem olabilirler. Diğer yandan da KDP, YNK ve KADEK'in görüş ayrılıkları içinde de bulunmaları, bu savaşta kazançlı ve başarılı çıkmaları önünde büyük engeller teşkil edebilir. Bağımsız bir devlete sahip olmayacakları zaten biliniyor. Fakat Kürtlerin umut ettiği gibi Kerkük'ü merkez yapacak bir Kürt otonom ve federal bir yapısının da oluşacağına fazla sıcak bakmıyorum. Çünkü büyük bir ihtimal ile buna ne Amerikalılar ne de Türkler izin vermeyeceklerdir. Ben şahsen şu anda Irak'a karşı cepheye giren Kürtlerin geleceklerinden korkuyorum.

-Bu dedikleriniz Türkiye, Suriye ve İran'ın egemenliği altındaki Kürdistan parçaları için ne anlama geliyor?

Güney Kürdistan'daki sorunun büyüyüp başka ülkelere de sıçraması halinde -fakat büyük bir olasılık değil- belki bir konfederasyon çözümünü bu bölgede gündeme getirebilirler. Ama şu anda gördüğüm kadarıyla ne Türkiye, ne İran ne de Suriye buna hazırlıklıdırlar, 'ulusal dokunulmazlık' ve bütünlüklerini ön planda tutmaktadırlar. Kürdistan kelimesini bile ağızlarına almamaktadırlar. Bu ülkeler şimdilik Kürdistan için bir çözüme hazırlıklı değiller. Kürdistan üzerindeki hakimiyetlerinin devamından yana oldukları gibi federatif bir çözümden de uzaktırlar. Bu devletler ayrıca savaştan sonra bir Irak'ta daha da güçlenmiş bir Kürt otonomisine karşıdırlar ve engellemeye çalışacaklardır. Fakat tüm bunlara rağmen Amerika'nın himayesi veya denetiminde bir yapı bir devlet veya otonomi oluşumu ortaya çıkabilir. Böyle bir ortamda bu sefer Kürtler arasındaki sorunlar böyle bir oluşumun önünde bir engel teşkil edebilir. Birbirleriyle iç sorunlarından dolayı uğraşacak olan Kürtler, sahip olacakları böyle büyük bir otonom yapıyı zayıf bir duruma düşmesine neden olabilirler./by Reşad Özkan
1 nisan 2003/Politika/Kurdistan-post

Dr. Christian Schwaabe: "Der Terror ist ein transnationales Phänomen geworden"

zum Thema „Terrorismus“ Dr. Schwaabe: Der Terror ist ein transnationales Phänomen geworden Dr. Schwaabe: Der Terror ist ein transnati...