29. Oktober 2011

50 yil önce: “Göç Alımı Anlaşması“


Kürd genclik grubu "Komciwan" `nin folklor grubu/Foto:RO
1951 yıllarına kadar Almanya`da 600 bine yakın yabancı işçi bulunuyordu. Bu rakam Almanya ile birçok ülke arasında 1961 yıllarından sonra imazalanan “Göç Alımı Anlaşması“yle itibaren yükselmeye başlamıştır. Federal Almanya’ya ilk anlaşmalı işçi alımı1955 yılından sonra İtalya ile başlayıp bunu 1960 yılında bunu İspanya ve Yunanistan izlemiştir. 1964`de Portekiz 1965`te Tunus ile Fas ve 1968 yılında eski Yugoslavya`dan Almanya`ya işçi akımı başlamıştır.. Türkiye`den ise“misafir işçi“ alımı 1961 yılından itibaren olmuştur. İki ülke arasında imzalanan “Göç Alımı Anlaşması”yla Türk pasaportlarını taşıyanlara Almanya`da çalışma kapısı açılmıştır.


Almanya`nın göç politikası

Milyonlarca insan üstünde doğup büyüdükleri topraklarını ev ve yurtlarını terk edip başka topraklara, tamamıyla yabancı oldukları, dillerini bilmedikleri, kültürlerini tanımadıkları başka ülkelere yerleşiyor. Başka topluluklara katılıyorlar. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yapılan açıklamalara göre şu anda iç savaşlar nedeni ya da yoksulluk nedeni ile anayurtlarını terketmiş 200 milyona yakın göçmen dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunuyor. Dünya çapında büyük bir haraketlilik gösteren uluslararası Göç akışında işkence, idam ve savaşlardan yakasını kurtarmak isteyen siyasi mültecilerden tutun, geleneksel yaşam biçimlerinden, kapitalist ekonomik sömürünün ve yoksulluğun pençesinden kurtulmaya çalışan mesleksiz emekçiden yüksek eğitimli uzamana kadar insanlar bulunuyor. Milyonlarca insan adeta birdenbire köklerinden kopartılan, sonu görülmeyen bir karanlık boşluğa doğru yuvarlanıyor. Bunların çoğu daha hedefleri olan ülkelere ulaşamadan ya soğuktan ölüyor, ya da güvenlik güçlerin kurşunlarina hedef oluyorlar veya Avrupa kapısında Akdeniz derinliklerinde boğulup kaybolup gidiyorlar. Hedef ülkeye ulaşanların çoğu ya sınırları koruyan güvenlik güçleri tarafından yakalanıp apar topar geldikleri yerlere geri gönderiliyorlar veya geçici olarak mülteci toplama kamplarına koyuluyorlar. Çoğu vardıkları ülkelerde ya kısa olarak kalıyorlar ya da ömürleri boyunca yerleşiyorlar. Ondan sonra ya yıllarca mülteci yurtlarında tüm sosyal-ekonomik ve demokratik haklarından yoksun olarak kaderlerine terkediliyorlar veya şansları varsa yasaların ve kanunların elverdikçe ailelerini yanlarına getiriyorlar veya üç-beş kuruş kazanmaya çalışıp geçinmeye çalışıyorlar.

Göç ve mülteci “akınına“ uğrayan devletlerin çoğu şu veya bu şekilde çıkardıkları tutucu-radikal yasalarla Göçü sınırlandırmayı, önlemeyi veya yönlendirmeye çalıştıkları biliniyor. Bu ülkelerin başında ise Fransa ve Federal Almanya Cumhuryeti geliyor.



Almanya`nın göç politikası 2. Dünya savaşının yıkıntılarını yeniden inşaa etmek ve ekonomiyi canlandırmak için Almanya`ya yabancı işçi göçü Türkiye, İtalya, Portekiz, Fas v.s. gibi dış ülkelerden 1960`lı yıllardan sonra yoğun olarak başlamıştır. Daha önceden de İskandinav, Doğu Avrupa ve İtalya gibi ülkelerden Almanya`ya işçi göçün olduğu biliniyor.


1951 yıllarına kadar Almanya`da 600 bine yakın yabancı işçi bulunuyordu. Bu rakam Almanya ile birçok ülke arasında 1961 yıllarından sonra imazalanan “Göç Alımı Anlaşması“yle itibaren yükselmeye başlamıştır. Federal Almanya’ya ilk anlaşmalı işçi alımı 1955 yılından sonra İtalya ile başlayıp bunu 1960 yılında bunu İspanya ve Yunanistan izlemiştir. 1964`de Portekiz 1965`te Tunus ile Fas ve 1968 yılında eski Yugoslavya`dan Almanya`ya işçi akımı başlamıştır.. Türkiye`den ise “misafir işçi“ alımı 1961 yılından itibaren olmuştur. İki ülke arasında imzalanan “Göç Alımı Anlaşması”yla Türk pasaportlarını taşıyanlara Almanya`da çalışma kapısı açılmıştır. Daha sonra Türkiye ile dönemin Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında 1963 yılında Ortak Ekonomik Anlaşma`nın imzalanması Türk ve Kürd Göçünü Almanya`ya yoğunlaşması 1973-1979 yılları arasında Alman hükümetinin işçi alımını tam olarak durdurma veya oldukça sınırlandırma politikasına gitmiştir (Anwerbestop veya Konsolidierung politikası). Göçü ve işçi akışını planlı kontrol etmeye çalışan Almanya ilk kez 1965 yılında bir “yabancılar kanunu”nu kabul etmiştir. Böylece 1964 yılından bu yana temel sosyal ve Anayasal demokratik hakların çoğundan men edilen Göçmenler “Yabancılar yasası“ ile yönetilmişlerdir. 1991 yılları başında Kohl hükümeti Göçmenlerin yaşam koşullarını göz önünde bulundurmayan bu yasada temel değişikliklere gitmek zorunda kalıp, yeni bir “yabancılar kanununu“ çıkartmaya gitmiştir. Kuşkusuz Kohl hükümetinin yeni yasası beraberinde yeni kolaylıkları getirmeyi de ihmal etmemiştir.Bu sefer Almanya`ya “misafir işçi“ olarak gelenler bu ülkeye yerleşmeye başlayıp geride kalan aile ve çocuklarını da “Aile Birleşimi“ kapsamında getirmeye başlamışlardır. Almanya`ya gelen Türk pasaportluların nüfusları 1961 yılında 7-8 bin civarında bulunurken bu rakam 90`lı yılların başında daha da yükselip günümüzde 2 milyonu aşmıştır.

Artık 1990 yıllarından sonra Almanya`ya Göç evlilik, birinci derecedeki yakınlarını yanına getirme, iltica ve kalifeyli uzmanların getirilmesi şeklinde gerçekleşmekte ve nicelikten büyük bir niteliğe bürünmüş bulunmaktadır. 1993 yılında dönemin
Helmuth Kohl hükümeti tarafından Sosyal Demokratların desteğiyle hukuki olarak iltica hakkını adeta yok etmesi bu ülkeyi sığınacak bir yer zanneden mülteceilere de kapılar radikal bir şekilde kapanmıştır. 1987 yılında Alman makamlarına iltica başvurusunda bulunan mültecilerin sayısı 57 bin iken bu rakam 1992 yılında 400 bin civarında bulunuyordu. İltica hakkını koruma altına alan Alman Anayasasının 16a maddesinin değiştirilmesiyle birlikte iltica başvurularında büyük bir ölçekte düşüş olup 1998 yılında açıklanan verilerde Almanya`ya yıllık iltica başvuruları 100 bine düşmüş oluyordu.

1949-1999 yılların sonuna kadar özellikle iş başına gelen tüm Alman hükümetleri Göçmenlere “gidici ve misafir işçi“ gözüyle bakmışlar uyum ve teşvik politikalarını ciddi bir şekilde gündemlerine almamışlardır. Helmuth Kohl çağı olarak Alman tarihine geçen Hristiyan Birlik Partileri CDU/CSU ve Hür Demokrat Parti (FDP)`nin 16 yıllık hükümet saltanatının yıkılmasından sonra 1999 yılında işbaşına gelen Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller Partisi ortak koalisyon hükümeti ciddi bir şekilde - ancak Alman iş piyasasını ve ekonomik çıkarlarını ön planda tutan- “yabancıların Alman toplumuna uyumu“ için Göç politikasını gündemlerine almışlar, “misafir“ işçilerin “gidici“ olmadıklarını, artık Almanya`ya yerleşmiş olduklarını kabul edip Almanya`nın bir Göç ülkesi olduğunun da farkına varmışlardır.Bu olumlu gelişme şimdiki haliyle içi boşaltılmış olsa da bir Göç yasasının vücuda gelmesini sağlamıştır. Böylece artık söyle veya böyle bir şekilde Almanın sağcısı, solcusu, liberali veya dincisi olsun Almanya`nın bir Göç ülkesini doğrudan olmasada kabul etmek zorunda kalmıştır.

2010 yılının sonunda Merkezi Wiesbaden’de bulunan Federal İstastik www.destatis.de Dairesinin yayınladığı verilere göre Almanya`da toplam olarak 6 milyon 750 bin “yabancı işçi“ yaşıyordu

"Uyum" politikları ve "üst kültür"
Almanya açık bir şekilde göçmenlerin yaşam tarzlarını ve kültürel yapılarını ikinci plana iten ‘ulusal merkezli uyum’ politiklarında ‘üst kültürünü’ göçmenlere dayatan, ekonomik üstünlüğü elden kaçırmamak için ekonomik çıkarlarını ön plana koyan bir politika izliyor.

Nüfus araştırmacılarına göre 2030 yılında Almanya’da yaşayan nüfusun çoğunu yaşlı nesil oluşturcaktır. 70 yaşındakilerin nüfusu ortalama 40 yaşındakilerin üstünde olacak. Demografik yapının istikrarı ve iş piyasasındaki insan açığının kapatılması için şimdiden gerçekçi modellerin üretilmesi talep ediliyor. Birleşmiş Milletler’in (BM) yaptığı hesaplamalara göre 2050 yılına kadar Alman nüfusunda yüzde 20’ye kadar bir gerileme olacak. Doğum oranı oldukça gerileyecek. Bu da ekonomi ve iş piyasası için büyük bir açığın olacağı anlamına gelecek. BM’ye göre Alman nüfusunu gelecek 40 veya 50 yılda bugünkü seviyede tutmak için brüt olarak yılda 1 milyon 500 bin göçmene ihtiyaç olacaktır. Araştırmacılara göre toplumun yaşlılaşmasında sadece doğum oranlarının gerilemesi bir neden değil, aynı zamanda sosyal ve sağlık sistemi, iyi yaşam standartları yaşama ömrünü ortalamanın üstünde uzatıyor.Örneğin şimdilik Almanya’da 60 yaşındakilerin oranı nüfusun yüzde 21.8’i oluşturuyor. Bu oranın 2050 yılına kadar yüzde 40’ın üzerine çıkacağı hesaplanıyor. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi halinde emeklilik sistemini nasıl ve kimler tarafından finanse edileceği sorusu gündeme gelecektir. Demek ki demografik değişiklikler Almanya’nın iş piyasasında büyük bir oranda bir iş gücü açığına neden olacaktır. Buradan yola çıktığımızda işbaşında olan ya da gelecek olan federal hükümetlerin yapıcı ve “uzlaşıcı“ olmaları, göçmenlerin yaşam koşullarını, sosyal ve demokratik haklarını göz önünde bulunduracak, ırkçı ve milliyetçilikten uzak bir demokratik göç politikası izlemeleri gerekmektedir. Böyle bir göç politikası artık çoktan beri “yerli“ olan göçmenlerin ve Alman toplumunun yararına olacaktır. Kültürlerin iç içe geçtiği, sınırların artık aşıldığı bu global çağda “Üstün“ Alman kültürünün kabülünü şart koşan, antiterör güvenlik ve asimilasyoncu yasakçı politikalar Almanya’yı hiç bir yere götürmeyecektir. Eritme politikası değil kardeşçe iç içe-birlikte yaşama politikaları herkesin çıkarına olacaktır.

Alman göç politikasının temel hatları
Almanya açık bir şekilde göçmenlerin yaşam tarzlarını ve kültürel yapılarını ikinci plana iten “ulusal merkezli uyum“ politikası izlemektedir. Diğer bir deyimle ulusal kültürünü-üst kültürü göçmenlere dayatan, global rekabet üstünlüğünü elinde tutmak için ekonomik çıkarlarını ve iş piyasasını ön plana koyan tutucu bir göç politikası izlemektedir.

“Uluslararası terörizmle mücadele“ kapsamında bir iç güvenlik politikası olarak da kabul edilen Alman göç politikası, özellikle göçü önleme, yönlendirme, sınırlandırma ve Alman “üst kültürü ve kan bağını“ korumak için asimilayoncu temele dayanmaktadır. Alman etnik kökenden gelmeyen eski Alman içişleri bakanı ve içi boşaltılan göç yasasının mimarlarından olan Sorp(Almanya’nın kuzeyinde yaşayan bir azınlık) kökenli Otto Schily bu politikayı açık bir şekilde şöyle ifade etmiştir: ”Ben içişleri bakanı olduğum sürece Almanya’da çok dilli resmi lehvalar olmayacaktır.”

Bu önemli politikaların dışında özet olarak Alman göç politikasını şu başlıklar altındaa toplayabiliriz:

  • Uzun vadeli olarak “Göçe ve mülteciliğe neden olan kaynaklarla mücadele edip göçmenlerin geldikleri ülkelere ekonomik ve kalkınma yardımlarını yapmak.
Göçmenlerin/Mültecilerin geldikleri ülkelere geri dönüşlerini yeniden sağlamak için insan hakları ihlalerini sıfıra indirmeye çalışmak!
“Elden geldiğince göçmenleri sosyal sistemin dışında tutmaya gayret etmek ve ‘ucuz işgücü’ olarak kullanmak (önce Almanlar sonra yabancılar!)

  • Alman iş piyasasının bünyesinin hazmedebileceği ve ancak ihtiyaç duyabileceği kalifiyeli işçi veya bilgisayar uzmanlarını içeriye bırakmak ve onlara kolaylıklar sağlamak.
Ve elden geldiğince ucuza çalıştırmak.
  • Almanya’ya gelmelerine izin verilecek ‘kaliteli’ işçilerin (uzmanların) ve aile birleşimi kapsamında getirileceklerin Alman toplumuna ve yaşam koşullarına uyum sağlamaları için önlemlerini önceden almak.
  • İş piyasasasındaki insan açığını kapatmak için Demografik yapıyı ayakta tutmaya çalışmak. Global ekonomi ve ticaret yarışından geri kalmamak için, Göçü yönlendirme araçlarıyla, zamanı sınırlı göçü kolaylaştırmak ve onu sıkı kontrol altına almak... v.s..
Oturum
Oturum izni şekillerin sayısı 5’ten 2’ye düşürüldü. Özel oturma izni (Aufenthaltsbefugnis), amaca bağlı oturma izni (Aufenthaltsbewilligung), süreli ve süresiz oturma izni (befristete und unbefristete Aufenthaltserlaubnis) ve oturma hakkı (Aufenthaltsberechtigung) yerine bundan sonra sadece süreli oturma izni ile süresiz yerleşme izni olacak. Yeni oturma yasasına göre, oturum, oturum izni şekillerini değil, Almanya’da bulunma amaçlarına (örneğin eğitim, iş, aile birleşimi, hümaniter nedenler) göre verilecek.

İşgücü göçü
Göçte ‘yüksek ehliyetli kişilere’ öncelik tanınacak. Açığın olduğu çalışma alanları için ülkeye göç edecek olan iş gücüne baştan itibaren yerleşme izni verilecek. Ayrıca serbest meslek insanların Almanya’ya gelişini teşvik etmek amacıyla en az 1 milyon Euro yatırım yapan ve en az 10 kişiye iş verecek olan serbest meslek insanlarına oturma izni verilecek. Okumak amacıyla Almanya’ya gelen başarılı üniversite öğrencileri, mezun olduktan sonra iş aramak amacıyla bir yıl daha ülkede kalabilecek. Çalışma izni bundan sonra oturumla birlikte yabancılar dairesi tarafından verilecek.

İltica ve insani göç
AB hukukuna bağlı olarak devletten gelmeyen baskı da iltica gerekçesi olabilecek. Örneğin cinsiyet nedeniyle yaşama hakkı tehlikeye girdiğinde iltica başvurusu kabul görülebilir. İltica başvuruları kabul edilmeyen, ancak sınırdışı da edilemeyen 180 bin ilticanın sahip olduğu “Duldung” statüsünün ortadan kaldırılması hedefleniyor olsa da, “ince ayarlama” aracı olarak bundan sonra da devrede kalacak. Sınırdışının 18 ay içinde gerçekleştirilememesi durumunda, zincirleme Duldung’ları önlemek için oturma iznin verilebileceği belirtiliyor. Ancak sınırdışı ilticacı kimliğini gizler veya vatandaşı olduğu ülkeden pasaport almayı reddederse oturum verilmeyecek. Yeni düzenlemeye göre 1. Temmuz 2007 tarihinde aralıksız olarak en az 8 yıl Almanya’da yaşamış olan bekarlar veya bu tarihte en az 6 yıl Almanya’da yaşamış olan ve kreş veya okula giden bir çocuğa sahip olan aileler belli şartlar altında oturum alabilecek. Ancak bu düzenleme “aşırıcılık veya terörizme bağlı” olan yabancılar için geçerli değil denilmekte. Aynı zamanda kasıtlı bir suçtan ceza almış olanlar da devredışı bırakılıyor. Eğer ailenin bir üyesi bir suç işlemişse, bütün aile düzenlemenin dışında tutulacak. Bir diğer koşul da yeterince Almanca bilmek.

Eğer bu koşullar yerine getiriliyorsa, 31 Aralık 2009 tarihine kadar süreli çalışma ve oturma izni verilecek. Sözkonusu kişiler 31 Aralık 2009’tan önceki 9 ay boyunca geçimlerini kendi başlarına sağladıklarını ve 1 Ocak 2010’dan itibaren sürekli çalışma yerine sahip olacaklarını ispatlayabiliyorlarsa, oturumları uzatılacak. Bunu yapamayan sığınmacıların ise sınırdışı edileceği belirtiliyor. “Küçük iltica” sahipleri, sığınma hakkı olanların sahip olduğu oturumun aynısını ve çalışma iznini alacak. İlk etapta üç yıl süreli oturum izni verilecek. Eğer iltica koşulları üç yıl aradan sonra hala devam ediyorsa ve gelinen ülkedeki durumlar değişmediği durumda yerleşme izni de verilebilecek. İltica işlemlerinin daha hızlı bitebilmesi amacıyla bürokratik değişikliklere gidilecek. Ülkesinde baskı yaşamadan Almanya’ya gelen ve burada yürüttüğü faaliyetler nedeniyle ülkesinde baskı ve takip koşullarını yaratan kişilere bundan sonra “küçük iltica” verilmeyecek. Uyum 2005 yılında kurulan Göç ve Mülteciler Dairesi (Bundesamt für Migration und Flüchtlinge) göçmenlere dönük entegrasyon kurslarının geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesinden sorumlu olacak.

Merkezi Yabancılar Sicili’nin tutulması dairenin görev alanına girdiği gibi, ‘gönüllü dönüş’ün desteklenmesi ve teşvik edilmesinden de sorumludur. Aynı zamanda yabancılar daireleri, çalışma daireleri ve Alman büyükelçilikler arasındaki koordinasyon da Göç ve Mülteci Dairesi tarafından yapılacak. Yeni göç edenlerin uyum kurslarına katılımı zorunlu. Katılımın eksik veya hiç gerçekleşmemesi, oturumun uzatılmaması için neden sayılacak. Uzun süreden beri Almanya’da yaşayan ve işsizlik parasını (Arbeitslosengeld II) alan veya uyum sağlamadığı düşünülen göçmenlerin de kurslara imkanlar doğrultusunda katılması zorunlu. İşsizlik parasını alıp da, entegrasyon kursuna katılmayan yabancıların yardımı kursun süresi kadar kesilebilir. Kursa katılanların evde bakılması gereken çocukları olması durumunda, çocuk bakım giderleri eyaletler tarafından üstlenecek.

Güvenlik
Göçmenler, en üst eyalet makamların haklarında “gerçeklere dayalı tehlike tahmininde” bulunması durumunda sınırdışı edilebilecek. Yani makamların gözünde ülkenin güvenliğini tehdit eden bir kişi, oturumu olduğu halde ülkesine geri gönderilebilecek. Göçmenler, buna karşın sadece Federal İdare Mahkemesi’ne başvurma imkanına sahip. Eğer memlekette işkence veya idam cezası gibi bir tehdit bulunursa, sözkonusu kişilerin hakları ciddi ölçüde sınırlandırılabilir. Örneğin ikamet ettiği şehrin dışına çıkması yasaklanabilir ve günlük veya haftalık imzaya çağrılabilir. Almanya’nın terörist olarak nitelendirdiği bir örgüte geçmişte veya günümüzde üye olan veya bu örgütü desteklemiş/destekliyor olan bir yabancı, bu nedenden dolayı sınırdışı edilebilir. Yasak derneklerin yöneticileri sınırdışı edilebilir.

“Düşünsel kundakçılar” da sınırdışı edilebilir. Örneğin toplumun güvenliğini ve düzenini bozan tahriklerde bulunan bir kişi bu sebeple ülkesine geri gönderilebilir. Oturumun verilmesinden veya Alman vatandaşlığına geçişten önce Federal Anayasayı Koruma Örgütü’nden başvurucu hakkında bilgi istenecektir.

AB vatandaşları
AB’ye üye olan devletlerin vatandaşlarına bundan sonra oturum izni verilmeyecek. Bu vatandaşların sadece nüfus kayıt ve tescil makamlarında kayıt yaptırmaları yeterli olacak. Almanya’da yaşayan AB vatandaşlarının da imlanlar dahilinde entegrasyon kurslarına katılması öngörülüyor. Aile birleşimi Eşler bundan sonra sadece 21 yaşından itibaren Almanya’ya gelebilecek ve gelirken Almanca temel dil bilgilerine sahip olduklarını ispatlamaları gerekecek.

by
REŞAD OZKAN

24. Oktober 2011

Abdulazîz Muhsen: Emê jor û jêrê Kurdistanê bikin wek Almanya

Serokê Enstîtûya Dûhokê û rojnamegerê Kurd Abdulaziz Muhsen
û Serokê Komela Çandî ya Kurd li Munchenê Faxer Sindî
Kurdên li derve dijîn jî her roj rewş û geşbûnên li Herema Kurdistanê bi dil û can dişopînin. Roja 16ê Cotmehê Abdulaziz Muhsen Abdulrahim (35), Serokê Enstîtûya Dûhokê tevlî civînekê bi navê “Gêşbûn û Dahatiya Herêma Kurdistanê/Tekiliyên Bexda û Hewlerê” bû û axivî. Moderatoriya civînê Serokê Komela Çandî ya Kurd li Munchenê (Kurdischer Kulturverein) Faxer Sindî kir. Di civînê de nêzikî 80ê kes beşdarbûn gelek pirsên wan hebûn ji bo mevanê ku ji Kurdistanê hatibû. Grubek Kurd jî ji bo agahiyan ji destên yekem bigirin, ji bajarên Kielê (nezikî 900km ji Munchenê dûr e) hatibû civîna Abdulaziz Muhsen.

Serokê Enstîtûya Dûhokê û rojnamegerê Kurd Abdulaziz Muhsen di destpêka Cotmehê de bi dawetname û hewldanên Komela Çandî ya Kurd hatibû Almanya. Abdulazîz Muhsen di axaftina xwe de li ser mijarên wek “Rola jinan di civaka kurd de, yasayên ku di Parlemena Kurdistanê de derdikevin, nakokiyên di navbera Hewler û Bexda ye de û projeyên nû li Herêma Kurdistanê“ axivî.

Muhsen di destpêka axaftina xwe de hatina xwe ya Almanya bi firokeyê bi bîr xist û got “Dema di firokeyê de mîrov li jêr dinêre dibîne ku erde Almanya bi kesk hatiye xemilandin û jorê wan jî zer e. Armanca me jî ev e ku em herêma Kurdistanê wiha bixemîlînin.” Muhsen da zanîn ku Hikûmeta Herêma Kurdistanê pir proje û yasayên nû derxistine û got asayîş û parastin her roj baştir dibe. Muhsen wiha axivî: “Kerkuk perçeyekî Kurdistana mezin e, sêdîsêd em ê meddeya 140î bicîbikin. Em ê nehelin ku berjewendî û dahatiya Kurdistanê bibin qurbana nakokiyên navbera partî û hizbên erebên şîî û sunîyan.”
Di civînê de nêzikî 80ê kes beşdarbûn
Li gor agahiyên ku Abdulazîz Muhsen dan Hikûmeta Herêma Kurdistanê heta niha ji bo bernameyên nûkirin û avakirinê û geşbûna aboriyê, bezîrganiyê, perwerdê, mafê jin û ciwanan, malbatên şehîd û qurbanên jenosîdan, mafên mirovan, teknolojî û telekomunîkasiyon, modernkirina sîstema banka, mikro-kredî bo karsazên bi çuk, baştirkirina rewşa berhemê cotmeniyê avakirina civakeke demokrat, modern û azad û serbixwe, neft û gazê, berfirehkirina turîzmê, parastina hevwelatiyan, pirsgirêkên navbera Hewlêr û Bexda, av û elektirîkê û hwd. re yasayên nûh derxistine. Muhsen got, “Ango niha tişta herî girîng ew e ku wan yasayan û projê yên hikûmetê hedî hedî bi hevkariya hemû hevwelatiyan li Kurdistanê bên pêkanîn.”

Li gora agahiyên Muhsen di warê çêkirina pire û rêyan de, di van salên dawî de herêma Kurdistanê gelek pêşde çûye. “Di sala 2009ê de 235 proje bi buhayê 279.868.000.000 dînar pêkanîne.“

Kî ye?
Abdulazîz Muhsen (35), Serokê Enstîtûya Rewşenbîrî û Çandî ya Giştî li Dohukê (DIGC Duhok Institute for General Culture) û herwiha serniviskarê kovara “Sinela“ ye. Ew di sere Cotmehê de ji bo hinek civîn û semineran ji aliyê Komela Çandî ya Kurd li Munchenê hatiye dawetkirin. Abdulaziz Muhsen ji bo kar û barên xwe yên ji bo mirovihiyê heta niha ji xelata nivîskaran bigrin heta xelata Wezareta Derve ya Amerîka nezikî 17 xelat vergirtine.

Di sala borî de jî Abdulazîz Muhsen ji bo projeyekê bi navê “bingeha rahejandinê” ji aliyê Komela Alîkariya ji Mirovan bo Mirovan (Verein Hilfe von Mensch zu Mensch e.V.) hatibû davetkirin. Komela navborî alîkariya Kurdên ku ji Almanya, Amerîka, Kanada û welatên Europa wedigerin Kurdistanê dike û Abdulazîz Muhsen jî hevkarek vê komelê ye li Duhokê.

Ev komel bi “Komela Demokrasiya nû bo Kurdistanê” re jî hevkariyê dike. Li bajarê Duhokê 15 şaxên Komela Demokrasiya nû bo Kurdistanê û navendek Civanan hene. Bi alîkariya van saziyan, Kurdên rewandê yên li derveyî Kurdistanê dijîn, yên şûnde vedigerin gund û bajarên xwe divê di civaka Kurdistanê bên entegrekirin.

Di sala borî de Muhsen bo karên xwe yên warê mirovatiyê de li Munchenê xelata “Verein Hilfe von Mensch zu Mensch e.V.“ jî wergirtibû. Di rojên peşiya me de jî Muhsen wê di gelek semîner û civînan de Kurdên li Ewropa dijîn, derbarê rewşa herêma Kurdistanê de agahdar bike./
Reşad Ozkan (Munchen) - 23/10/2011

PSK xwe ji bo pêşerojê nû dike

Sekreterê giştî yê Partiya Sosyalîst a Kurdistanê
(PSK) Mesud Tek
Sekreterê giştî yê Partiya Sosyalîst a Kurdistanê (PSK) Mesud Tek roja 15ê Cotmehê li Almanya, li bajarê Munchenê beşdarî konferanseke bi navê “Encamên 9. Kongreya PSKê, Biryarên Wê û Pêşketinên li Kurdistanê“ bû.

Tek balê kişand ser pêşketinên li hemû perçeyên Kurdistanê û girîngî da diyaloga navxweyî. Mesud Tek derbarê konferansa PSKê ya 9-mîn de agahî dane beşdarvanên konferansê û got: “Konferansa partiya me bi serfîrazî hat li dar xistin. Li Rojhilata Navîn li aliyekî ‘buhara ereban’ derbas dibe li aliyekî din jî şoreşa Kurdistanê li her perçeyan pêşdikeve, gêş dibe. Berjewendiyên başûr li ber çavan in. Em li Kurdistana Bakûr di rewşeke pir zor û tevlihev de derbas dibin. Me di kongreya xwe de xebatên borî nirxandin û ji bo xebatên dahutî me gelek biryarên teybet girtin. Divê partiya me PSK xwe di warê bingeha ideolojîk û cemaverî de nû bike, ez dikarim bêjim xwe nû jî dike. Dijmin naxwazin mafên Kurdan yên netewî û demokratîk bidin. Le belê wê statukoya li Kurdistanê tekbiçe, bo têkçûna vê statukoyê û rzgarbûna gelê kurd yekîtiya kurdan ya navxwe pir girîng e. Divê diyaloga navxweyî bê xurtkirin. Me di kongrê de di van mijaran de biryarên nû girtin. Di demên dahatî de li ser vê bingehê wê tekoşîna me bi çalakî û rêbazên aştiyanê berdewam bike.“

Konferansa ku li Bergmannstr.35ê de ji aliyê Komkar-Munchenê ve hatibû li dar xistin, di saet 6ê evarê de dest pê kir û heta êvarê berdewam kir. Di konferansê de nezikî 50 kes beşdarbûn û Tek piştî axaftina xwe pirsên beşdaran jî persîv dan./Munchên/RO

Dr. Christian Schwaabe: "Der Terror ist ein transnationales Phänomen geworden"

zum Thema „Terrorismus“ Dr. Schwaabe: Der Terror ist ein transnationales Phänomen geworden Dr. Schwaabe: Der Terror ist ein transnati...