5. März 2013

Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu:


Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu
 
“Yazdığım kitaplar kürd ulusunun kitaplarıdır”

Hasan Bildirici`ye göre yazarlar bir ulusun kimliğinin oluşturmasında çok önemli bir yere sahiptirler. yazarlar kültür karakterlerini oluştururlar:

-Tanıdığım yani 50 bin kürd şehidi varsa mutlaka 20 binini tanıyorumdur. En azında 10 binin elini tutmuşum. Bazen kendi ellerime acıdığım oluyor. Çünkü onlarla tokalaşdık dağlarda, işte İstanbul da, cezaevlerinde. Böyle bir dönemin tanıklığını yapmak, içinde olmak, bunların cenazelerini kaldırmak, çünki büyük bir kısmın cenazesini kaldırırken tabutlarından halen kan damlıyordu……

-Dilimin kürdçe olmaması çok erken yaşta kürd olan annemin kaybetmemden kaynaklanıyor. Ondan ana dilimi alamadım. Babam tarafım türk ağırlıklıydı. 3 yaşında kaybetmiştim. Ben ilk kez kürdçe dilinin varlığını gittiğimi okulda kürd çocukları kürdçe dilini konuşurken öğrenmiştim.  

-İlk kitabım 1989 yılında ben Ceyhan cezaevinde iken çıktı, „Yasak Ülkenin Günlüğü“, bu kitap. Yazmaya başladığımda kendi yakınımızdaki arkadaşlarımız çok hoş görmemişlerdi. Onu bir „siyasetten kaçış“ nitelendirenler vardı. Diyorlardi „bizim sorunlarımız acildir, siyasidir.

Hasan Bildirici 1960 yılında Kürdistanin en şirin ve güzel şehirlerinden birisi olan Bitlise bağlı 20 bin nufuslu Ahlat kasabasında doğdu.

Reşad Ozkan* (München) - Roman yazarı Hasan Bildirici 20 Aralık 2013 tarihinde Almanya`nın Münih şehrinde okurlarıyle buluştu. Münih`te Schwanthaler caddesinde  bulunan Eine-Welt-Haus salonunu dolduran yüze yakın kişi, yazar Bildiriciyi sadece dinlemekle kalmadılar aynı zamanda onun yayınlanmış eserleri hakkında ve roman yazarlığı konusunda da görüş alışverişinde bulundular, görüşlerini açıkladılar ve yazara doğrudan yapıcı eleştirilerde de bulundular.

Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu

Toplantıda Türkiye ve Kürdistanda ki son siyasi gelişmeler konusuna da değinen yazar Hasan Bildirici romanlarındna kısa kısa parçalar da okudu. 1999 yılında belge yayınları arasında yayınlanan  romanı „Şervan (kürdçesi: gerilla)“ adlı romanı ise ekmek ve su gibi okuyucuları tarafından kapışıldı.

Yazar Hasan Bildirici Münih`te
okurlarıyle buluştu


Okuyucularla buluşma ve güncel sorunlar toplantısının açılışını Münih`te yaşayan Dersimlı Kürd yazar Haydar Işık ve Mezopotamya Kültür Derneği Başkanı ve aynı zamanda Münih Yabancılar Meclisi üyesi Songül Akpınar yaptı. Etkinlik Münih`te Falliyet gösteren Mezopotamya Kültür Derneği tarafından düzenlendi.

Yazar Hasan Bildirici 1960 yılında Kürdistanin en şirin ve güzel şehirlerinden birisi olan Bitlise bağlı 20 bin nufuslu Ahlat kasabasında doğdu.Ziraat tekniseyni eğitimini tamamladıktan sonra Kürdistanın bir çok bölgesinde mesleğinde çalıştı. 1980 yılında siyasi görüşlerinden dolayı 12 Eylül cuntacıları tarafından tutuklandı.

Türk cezaevlerinde tam 12 yıl yattı. Devletin kesintisiz olarak ona ve yol arkadaşlarına uyguladığı baskı, bedensel imha ve işkencelerine rağmen ilk romanını cezaevinde yazdı. Böylece egemenlere karşı sadece eylem ve fikirleriyle değil en güçlü silahı olan kalemiyle de cevap verdi. Dünya`da ve Kürdistan`da hiçbir gücün devrimci fikirlerin önüne geçemeyeceğini böylece 12 Eylülcülerin suratına vurdu.

Cezaevinden çıktiktan sonra gazeteciliğe başlayan Hasan Bildirici, meçhul cinayetlerin yoğun olduğu bir dönemde 1993 yılında yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Bildirici şu anda İsviçre`de siyasi mülteci olarak yaşıyor ve kalemi susmak istemiyor.

Yazar Hasan Bildiricinin 20 Aralık`ta Münih`te  okurlarıyle buluştuğu toplantıda yaptığı konuşmasının özetini aşağıda yayınlıyorum ve diyorumki herkese nasip olmaz büyük Şerefxanın Bitlisinde doğup büyümek ve yaşamak.

Yazar Hasan Bildirici Münih`te
 okurlarıyle buluştu


Ve şimdi sözü yazarın kalemine, kalemin yazarına bırakıyorum.

..ve bu 3 fidanımızı tekrar saygıyla anıyorum

“Tabi son sıkıntılı bir 10 gün geçirdik. Pariste 3 Kürd kadını katledildi. Katledilir, katledilmez oraya gitmiştik. Ben daha önce Pariste ikibuçuk yıl kalmıştım. İlk geldiğimde.  Çeşitli etkinliklere de katılmıştım ben orda. Ben Parisi ilk kez bu kadar kürd rengine kesmiş olduğunu gördüm. Parise neredeyse 4 saate girebildik. Nereyi denedikse, hangi sokağı denedikse o sokakta Kürdler vardı. Kürdlerin araçları vardı.  Halen o gün belki katılanlarınız olmuştur, halen bir hayal gibi geliyor. Gerçekten o olayları yaşadık mı?  bir de arkadaşların Paristen cenazeleri daha sonra bizden sonra başka bir gurub tarafından Türkiye ye gönderildi. Türkiye`den Kürdistana ilettildi. Kürdistanda, Diyarbakır`da çok görkemli bir karşılama yaşandı.

Deyim yerindeyse cenazelerimiz 10 gün aşkın bir süre halkımızın omuzlarında kaldı. Buda bizi çok huzursuz etti aslında, çünkü  normalde bir vefat olayı ister cinayet ister katliam, isterse normal bir vefat olayı gerçekleşsin, vefat edenin bir an önce toprakla buluşturulması gerekiyor. Bu kendi yakınlarımızın vefatinda bu böyledir. 

Ama ne yazıki sömürgeci türk devletinin bize uygun gördüğü bu yaşam tarzında dağdaki gerillalarımızında cesetlerinin indirilip mezara götürüldüğü süre 10, 15, 20  günü kapsamakta. Bu bizim üzdüğü sanki huzursuz bir şekilde bekliyorduk bir an önce toprağıyle buluşsun bu cenazeler. Ben o gece akşamleyin ANF`nin haberlerini okudum. 3 arkadaş kendi doğup büyüdükleri yerde toprağa verildiklerinde biraz huzura edebildik. Bunun özüntüsünü taşıyoruz.

Halen bunun sarsıntısını atabilmiş degiliz.  Ama her kötülükten kürdler bir iyilik çıkartmasını biliyor. Bu katliam kürd halkını sömürgeci alçaklara karşı tekrar biraraya getirdi.
Ve bu 3 fidanımızı tekrar saygıyla anıyorum.

Onların mücadele ettiği yolda zafere kadar gideceğiz.

Kan akıyordu vucudundan aşağıya doğru

Simdi arkadaşlar bir afiş hazırlarken, daha çok benim edebyatçı kimliğimi öne çıkararak bir afiş hazırlamışlardı. Aslında ben hayata edebyatçı olarak başlamadım. 1980 yılındaki türk devletinin darbe operasıyonlarının birinde yakalnmıştım, Diyarbakır`da. Eylül ayının başlarında yakalanmıştım. Sorgudan çıktığımda, polis sorgusundan çıktığımda her taraf kar dı. Bu demekti ki 3 ay işkencede kalmıştık.

Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu

O zamanlar çok vahşi bir ortamdı. Türk devletinin işkencelerini burda çok fazla anlatmaya gerek yok. Hepimiz yıllarca bunları duyup gördük. Ama birini anmak istiyorum: Antep polis sorgusunda iken. Ekim ayında, 1980 yılının Ekim ayında Nizip`te bi sabun işçisini getirmişlerdi. İsmi Sait Şimşek`tı. Sait Şimşek PKK`nın Nizip sorumlusuydu. Ben Diyarbakır`dan getirildigimde bunu ayaklarından asmışlardı. Filistin askısı deniliyor o işkence biçimine.

Öyle duvara bir tane merdiven, tahta merdiven dayamışlar. Onlarda bir de ip bağlamışlar. İnsanı ayaklarından ters asıyorlar. İpler ayak bileklerine oturmuştu. Kan akıyordu böyle vucudundan aşağıya doğru,  gömülmüştü ipler artık, 5 saatmıydi, 6 saatmıydi artık. Bir de en fazla  5-6 saat kalabiliyorsun, ters asıldığın şekilde. Bir süre sonra burnundan kan akmaya başlıyor zaten. Said`i öyle bir şekilde görmüştüm. Hücreler çok soğuktu.

Hücrelerin olduğu yerde bir de koridor vardı. Polisler işkence yapıp yorulduklarında orda bir piknik tüpü bulunduruyorlardı. Onda çay demleyip içiyorlardı. Sonra bir ara şaka olduğunu sandık. Said`e dediler, ismini de Kabul etmiyordu Said. Dediler eyer itiraf etmezsen ismini kabul etmezsen bu tüpü başının altında yakacağız demişlerdi. Sonra bir baktık ortalık yanık kokusuna kesdi. Said`ın başı altında piknik tüpünü yakmışlardı.  Said`in tabi orda yandı kafası. Alıp götürdüler. Günlerce hücre kısmı yanık insan eti koktu tabiki. Ben hapishaneye gittikten sonra bir ihbar dilekçesi yazdım savcılığa. Dedim: “Said Şimşek isimli birisi böyle kafası altında piknik tüpü yakılarak öldürüldü bu cinayetti ihbar etmek istiyorum.”

Savcılar bu tür ihbarları dikkate almak zorundadırlar. Sonra askerler beni çağırdı dediler savcılık seni istiyor. Getirip beni soyundurup dövdüler, dediler ifadeni geri alacaksın. Ben ifademi geri almadım. O şekilde getirdiler, 3, 4 sefer o şekilde mahkemeye çıktım, her defasında götürülüp getirilirken dövüyorlardı beni.

En sonda türk mahkemesi şöyle bir karar verdi: İsimleri verilen polisler çağrıldı savcılık tarafından, isimleri alındı. Onlar dedi:” Said Şimşek, evet biz tutukladık. Fakat kendisi bir olay yeri gösterme keşfine götürürken, ayağı kaydı düştü. Beyin traması geçirip öldü”, mahkemede öyle sonuçlandı.


Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu

Yazdığım kitaplar kürd ulusunun kitaplarıdır

Gözümüzün önünde bir cinayet vardı. Sayın Şimşek bir sabun işçisiydı. Sabun fabrikasında çalışıyordu. Çok sıradan bir insandı. Ama o şekilde götürdüler. Su anda mezari da yok zaten. Biz 12 Eylül hapishanelerinde çok ağır bir zulüm dönemi yaşadık. Bunu biliyorsunuzdur, duymuşsunuzdur.  Bazen insanın yüreği yanıltmak istemiyor yaşadıklarına. İnsana layık göremiyorsun.
 
Çok kötü bir insan düşünün, aklına ne gelirse bir insane reva görür. Böyle bir şeydi. İste orada yazmaya karar verdım.  Dedim, böyle bir yeteneğim, arzum da vardı. 1984 yılında ilk kitap çalışmalarıma başladım. Dünya klasiklerini okudum. Roman ve öykü kitaplarını. Kendim denemeler yazmaya başladım. İlk kitabım 1989 yılında ben Ceyhan cezaevinde iken çıktı, „Yasak Ülkenin Günlüğü“, bu kitap. Yazmaya başladığımda kendi yakınımızdaki arkadaşlarımız çok hoş görmemişlerdi. Onu bir „siyasetten kaçış“ nitelendirenler vardı. Diyorlardi „bizim sorunlarımız acildir, siyasidir.





Yazar Hasan Bildirici Münih`te okurlarıyle buluştu

Edebiyata çok girmemek gerekiyor.“ Bende aksini söylüyordum, diyordum: „Bir halkın romanları, öyküleri yoksa o halkın mücadelesini kayıt altına almak mümkün değil. Çünkü bugün Sovyetler Birliği Komünist Partisi`nin siyasal tartışmaları çok okunmuyor. Ama rus yazarları, Ş…, Tolstoy, Destoveyski, Puşkini hala insanlar okumaya devam ediyor. Yazarlar bir ulusun kimliğinin oluşturmasında çok önemli bir yere sahipttirler. Onlar kültür karakterlerini oluştururlar. İyikide başlamışım, kendi temelimi güçlendirdim. Bunu ulusumun hizmetine sundum.

Dilimin kürdçe olmaması çok erken yaşta kürd olan annemin kaybetmemden kaynaklanıyor. Ondan ana dilimi alamadım. Babam tarafım türk ağırlıklıydı. 3 yaşında kaybetmiştim. Ben ilk kez kürdçe dilinin varlığını gittiğimi okulda kürd çocukları kürdçe dilini konuşurken öğrenmiştim.   Şimdi kürdçe öğrenmeye çalışsam bile, öğrendiğim dil kürdçe yazmaya yetmez. Çünkü ana dilim değil. Ama olsun, bir dilli hangi amaçla kullanırsam o amaca hizmet eder.

Yazdığım kitaplar kürd ulusunun kitaplarıdır. Kürdçeye de çevrilmeye başlandı. Ayrıca ulusal mücadeleler sadece bir ırk mücadelesi değil. Bugün Kolombiya`da , Arjantin`de , Şili`de portekizce, ispanyolca yazan yazarlar var. Onlarda kendi ulusunun kitaplarını yazıyorlar. Hapishaneden çıktıktan sonra 1991 yılında ilk kürd yayınevi Melsa, belki duyanınız olmuştur, yayınevini kurdum. 1 yıl kadar Melsa yayınevinin oturması için uğraştık.

İyi kitaplar da çıktı. İlk kez Türkiye de Kürdistan toplumu kürd kitapları ile tanıştı. Ondan sonra başkan tarafından Bekaa kampına çağrıldım,  4 aylık orada kaldım. PKK sistemini gözledim orada. Gerillaların eğitimini gözledim. Dönüşümde İstanbul`da „Özgür Gündem“ gazetesini kurdum. Hani 25 çalışanı katledilen gezete. Bu gazetenin ilk yayın yönetmenliğini yaptım. Öldürülen gazeteci arkadaşlarımız vardı. Hafiz Akdemir, Kemal Kılıç, Ferhad Tepe, vurulan Burhan Karadeniz, Yahya Orhan. Bu arkadaşlarla birlikte çalışıyordum. Günlük telefonlaşıyorduk. Bu arkadaşların çoğu biraz da kendi ihmakarlığından öldürüldü. Çünkü o dönemde türk devleti kürd sivillerine yönelmişdi. Ve 17 bin 500 civarında bir sivil katliamı varsa bunun en azında 12, 13 bini evine girerken veya evinden çıkarken işlenen cinayetlerdır.

Biz arkadaşlara diyorduk „bilinen adreslerinize bir süre uğramayın. Evlerinize gitmeyin. Başka yerlerde kalmayı tercih edin.“ Arkadaşlar „tamam diyorlardı“, ciddiye almıyorlardı. Sonra evlerine giderken ya da evlerinden çıkarken öldürülüyorlardı. Birde bu öldürülen kürd sivilerinin çoğunu tanımam gibi bir talih mı desem, talihsizlik mı desem gibi böyle bir şeyle karşılaştık. Bunların yolu mutlaka İstanbula düşüyordu.

Avukattılar, öğretmendiler yada esnaftılar. Geldiklerinde nasıl kürdler Avrupa`da Brüksel`de Roj Tv sütüdyolarına uğruyorsa, O arkadaşlar da bizim gazeteye uğruyorlardı. Yada Mezopotamya Kültür Merkezine. Bunları tanıyordum. Ve gittikten bir süre sonra öldürülüyorlardı. O anlamda bazen insan kendi haline de acıyor ya. Benim kafam mezarlık gibi. Çünkü tanıdığım yani 50 bin kürd şehidi varsa mutlaka 20 binini tanıyorumdur. En azında 10 binin elini tutmuşum. Bazen kendi ellerime acıdığım oluyor. Çünkü onlarla tokalaşdık dağlarda, işte İstanbul da, cezaevlerinde. Böyle bir dönemin tanıklığını yapmak, içinde olmak, bunların cenazelerini kaldırmak, çünki büyük bir kısmın cenazesini kaldırırken tabutlarından halen kan damlıyordu…...
Text/Foto: Reşad Ozkan
 

Dr. Christian Schwaabe: "Der Terror ist ein transnationales Phänomen geworden"

zum Thema „Terrorismus“ Dr. Schwaabe: Der Terror ist ein transnationales Phänomen geworden Dr. Schwaabe: Der Terror ist ein transnati...